Distopya Nedir?
Distopya nedir diye sorarsanız; yirminci yüzyılla hayatımıza giren ve gittikçe yaygınlaşan hem edebiyatın hem de sinemanın en kuvvetli ve en rağbet gören türü. Ütopya ile başlayan ve yıllar içerisinde distopyaya evrilen bu tür; bazen bir hiciv, bazen bir ihtimal bazen de yaşanılan dünyaya bir serzeniş niteliği taşımaktadır. Distopik dünyaların kıyamet senaryoları mı yoksa günümüz gölge oyunu mu olduğunu tartışmadan önce onun karşıt terimi olan ütopyaya bakmakta fayda var.
Ütopya VS. Distopya
Ütopya sanılanın aksine mükemmeliyetçilik değil, kelime olarak olmayan yer anlamına gelir; ancak, öngörülen yeni toplum genellikle daha iyi olarak tasarlanmakla birlikte mükemmel değildir ve yazarın ideallerini yansıtır. Yani bir nevi Peter Pan’in Neverland’ından söz ediyoruz. Yanlış yaklaşımlardan bir diğeri distopyayla ilgilidir. İlk olarak, John Stuart Mill tarafından, 1868’de kullanılan distopya kötü, normal olmayan, hastalıklı anlamına gelmektedir ve anti-ütopyanın karşılığı değildir. Kabaca söylenirse, “ütopya, ağırlıkla “uygulanabilecek iyi” olarak görülüyorsa, distopya “uygulamada kötü olan”dır. Ütopya ve distopya, yalnızca bir edebiyat türü değildirler ve köşelerini felsefe, siyaset ve edebiyatın oluşturduğu bir üçgenin orta noktasında yer alırlar.
Thomas More ve Ütopya
Thomas More 1516 senesinde Ütopya isimli eserini kaleme aldığında ortaya attığı bir “mükemmelik” düşüncesi yoktu. O sadece gerçekte var olan toplumdan daha iyi olanı ve hatta var olmayan bir sistemi anlattığı spekülatif bir söylemdi. Toplumu hayal ürünü bir esere konu ederken onun tüm gerçekliğini alaşağı etmiş ve bir imge yaratmıştı. Thomas More’un başlattığı bu oyunda aslında gerçekten uzak bir toplum imgelendiği için ortada eleştirileceği bir durum da kalmıyordu.
Ütopya ve Distopya Tarihsel Gelişimi
Locke, Hume ve sonrasında ise Pope, Swift gibi aydınlar yazılarını hiciv üzerine temellendirmeye devam ettiler ve böylece ortaya bir tür hicvi ütopya çıktı. Tarih Marx ve Engels’e kadar vardığında her ikisinin de geleceği işaret eden düşünceleri, özgürlüğe dair umut vaat etmeleri onları da birer Ütopyacı olarak adlandırmamız için yeterliydi. Marksizm, tasavvur edilenin gerçekleşmesi için bir durum yaratmıştır: Fikirlerin yalnızca savunulması değil, ulaşılması istenen hedefler ve sonuç için eyleme dökülmesi gerektiği savunulmaktadır. Bu dönemden itibaren Marksizm’e yönelen Britanyalı ütopyacılara göre, yeni bir insanın ortaya çıkışının, ancak, toplumun ekonomik durumunun değişmesinden sonra mümkün olduğuna inandıkları görülmektedir. 19. yüzyıl boyunca, ütopyanın en çok beslendiği gelişmeler Sosyal Darwinizm, Sosyalizm ve teknolojik ilerlemenin etkileri olmuştur.
Önerilen İçerikler: 174 Dile Çevrilen Edebiyatın Eşsiz Ürünlerinden Biri: Alice Müzikali
Distopya’nın İlk Örnekleri
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra hayalî toplum, distopik ve bilim-kurgu nitelikli bir yapıya bürünmüştür. Ütopyanın birçok örneğinde görülen, anlatının genellikle bir yolculuk ile başlayıp kahramanın kendi gerçekliğine dönmesi ile sonuçlanan yolculuk kurgusu, özellikle bilim-kurgu türünde hâkimdir. Mary Shelley’in Frankestein, Jules Verne’nin Dünya’nın Merkezine Yolculuk, Dünya’dan Ay’a ve H. G. Wells’in Zaman Makinesi bilim-kurgu ve distopya türünün ilk örnekleri olarak sayılmaktadır.
Önerilen İçerik: Edebiyat Dünyasında Kadının Yeri ve Önemi
İlginizi Çekebilecek Faydalı Bağlantılar: