Bir saniye arkadaşım, bu ne ön yargı böyle. Uzun uğraşlar sonucu meydana gelmiş bu benliğimi, bir dakikada nasıl çözdün? İn misin cin misin? Müneccim misin? 37 yıl yaşadım ben bu yerkürenin üstünde. Anlıyorum insan sarrafı olmuşsun… Kabul çok okumamış olsan da çok görmüşsün! Aferin sana… Ama atladığın bir şey yok mu sence? Yani olamaz mı? Yanılmış olamaz mısın? Ya yanıldıysan? Ayrıca, şurada bana harcadığın merakını çok daha hayırlı işler için harcasan belki bir kelebek etkisi yaratır Afrika’da muhtaç bir çocuğun yardımına vesile olurdun. Ne güzel olurdu değil mi? Yoksa senin kendini hiç bilmiyor oluşun gibi, ben bile kendimi tam olarak tanıyabilmiş değilim aslında. Sen nasıl hangi üstün becerilerinle beni ilk bakışta çözmüş olacaksın?
Ne geliyorsa başımıza bu çokbilmiş şuursuzluklarımızdan geliyor. Cahillik demiyorum. Çünkü bana göre cahillik çok başka bir kavramken şuursuzluk çok daha zor, sert kabukları olan ve kırılamayan bir inada sahip olma durumudur. Beyinlerin türlü türlü trajikomik senaryolar üretme halidir. En çok da çevremizdeki insanlar için bayılır gevşek gevşek atıp tutmaya şuursuz akıllar. Allah sıralı akıl versin cümlemize. Tabii bir de sulu götürüp susuz geri getiren karakterler var halihazırda; Şuursuzluğun ahlaksızlık boyutunda inceleyeceğimiz. Çoklu akla ama bir türlü düzgün bir ahlaka sahip olamayan, şuurlu görünümlü ahlak şuursuzları. Aman evlerden ırak…
Bazı zihinlere kırk tas su döksek, yine de arınmazlar. Seksen kere hacca gidip, yolda gelirken gıybet üretimine geç kalmayan görüntü dindarları, düşene döner tekme atan halk kahramanları, ganimet peşinde koşan evlilik simsarları, kendi konsantre hayatlarını bir başkasının acısıyla sulandırmak suretiyle arttırmaya çalışan içerik hırsızları, ben mekanizmaları atom bombasıyla eş değer radyasyon saçan bencil ömür tüketicileri ve en beterleri de doymak bilmeyen hak sömürücüleri… Ateş olsak cürmümüz kadar yer yakarız ama bir kibritle bilmem kaç hektar can yakıyoruz. Bu işleyen kara düzen çarkının bir dişi de biziz.
Kısacası, bir tür simya olarak müthiş bir icat olan aynaya bakmak suretiyle, gördüğümüz nesneyi biraz dizginlemeye çalışsak ne güzel olurdu diyorum. Bir desturumuz bir haddimiz hududumuz olsa. Birazcık empati çözebilir birçok sosyal konulu dramaları. Temcit pilavı gibi sürekli benzer şeyleri söyledim hayatımda ve yine tekrarlıyorum: Herkes kendi hayatına bakmalı ve çevre hayatlarla ilgili içerik üretmemelidir. Her canlı saygıyı hakeder. Akrabalık birbirine destek olmak, sevmek ve saymaktır; birbiri arkasından atıp tutmak, kuyu kazmak değildir. Çalışma arkadaşlarımızı lafımızla ısırmak suretiyle yediğimizde başarılı değil yamyam olmuş oluruz. Çok bilmişliğin temelinde inanılmaz bir öz güven eksikliği; dedikodunun altında patlamaya hazır bir haset -kendini gerçekleştirememe- ve eksiklik duygusu yatmaktadır. Ayrıca her şeyi bilemez ve her şeyde iyi olamayız. Bazen verilebilecek en bilgi dolu cevap, bilmiyorumdur. Biz de eksik olan ne varsa; namus, ahlak, öz saygı, öz sevgi vs. hepsini çevremize yansıtarak, kendimizi tatmin etmeye çalışırız ve asla tatmin olamayız. Hadi bakalım artık o aynaya zira bize gerekli olan sadece saçımızın, başımız üzerinde nasıl durduğu veya kaşımızın kıvrım detayları değildir.