Ben yapboz parçalarını insanlara, yapbozun tamamını ise hayata benzetirim. Bir yapbozun parçalarını ait oldukları yerlere özenle yerleştirirken, onların her birinin çok özel olduğunu ve özenle seçildiğini anlarız. İlk bakışta ya da genel olarak bakıldığında hepsi birbirinin aynı olan parçalar gibi görünseler de.. Her parça bambaşkadır ve tektir.
Onca parçaya gelişigüzel bakıldığında bir ya da bir kaçının yokluğu göze çarpmadığı gibi, olup olmaması da pek önem arz etmez. Detaylara inildiğinde çok fazla parça olmasının yanı sıra, her bir parçanın farkı da yeri de anlaşılmaya ve anlam kazanmaya başlar. Ayrıntı güzelleştirir bakanı da bakılanı da..
Büyük resme bakılır, yapboz parçalarına bakılır sonra teker teker ve büyük bir itinayla her biri yerini bulur. İlk önce çerçevesi yapılır. Tıpkı hayatın çerçevelendirilip şekillendirildiği gibi.. İlk heyecanın yani o ilk parçaları birleştirmenin (ilk adımı atmanın) bambaşka bir tadı olduğu gibi, her ilerlemenin de (her yeni adımın/kararın da) başka bir lezzeti vardır.
Büyük resmi ince ince işleyerek, emek vererek yavaş yavaş tamamlamanın verdiği haz giderek heyecana dönüşür. Aslında bir sonraki aşamada ne olacağının bilinmesine rağmen o hazzın ve heyecanın yaşanmasının yanı sıra son korkusu da belki de hayatın kuralıdır. Bir çok kez aklın ve ruhun ikileminde kalındığı gibi ikilemlerde kalırız. Büyük bir gözlem ile bir an önce bütün parçaları bulup yerlerine yerleştirmek ve asla sonun gelmesini istememek gibi.. Hayatın kıvrak zekasıyla bize pek çok kez oynadığı oyunlardan yalnızca biridir bu.
Aklın ruha karşı çaresiz kaldığı gibi ruhunda aklın kıvraklığına karşı koyamadığı neredeyse aynı sıklıkla görülmüştür. Tıpkı ömür denilen bilinmezlikte olduğu gibi…