Ben de Türkiye’nin çoğu gibi Cuma günleri Kırmızı Oda izleyenlerdenim. Bugünkü bölümü izledikten sonra uzun zamandır aklımda olan ve kendi kendime düşündüğüm şeyler yazmak istediğime karar verdim.
Kırmızı Oda’da yayınlandığı ilk günden itibaren dikkatimi çeken ilk şeylerden biri diyalog dizisi olmasıydı. Yani kumandanızdan rastgele bir rakamı tuşlasanız çıkacak dizilerin %80’i vurdulu kırdılı, aksiyon dolu ve boş bakışmalı diziler olacakken; Kırmızı Oda’da bunun tam aksini görürüz. Aslında bu benim kişisel olarak inanmakta ve kabul etmekte zorlandığım şeylerden birisidir de aynı zamanda. Çünkü kendi ailemden örnek verecek olursam, ailem hem Çukur’u hem Diriliş Ertuğrul’u hem de Kırmızı Oda’yı izliyor. Tabii babam en çok kırmızı odayı izlerken sıkılıyor, uyukluyor, telefonuna bakınıp Facebook’ta okuduğu gereksiz bilgilerle dizi izleyişini aksatıyor, fakat bu konum değil. En azından şimdilik.
Şaşırdığımı söylemiştim, çünkü bir insanın Diriliş Ertuğrul gibi bir diziden Kırmızı Oda’ya geçişinin çok da mantıklı bir açıklaması yapılamaz diye düşünüyorum. Kırmızı Oda’nın bu kadar beğenilmesi aslında bize, bizim hakkımızda bir şeyler söylüyor. Kırmızı Oda’da var olan hikayeler, senaryo, verilmek istenen mesaj ve kültür-toplumumuzla kurduğu bağlam bizim hoşumuza gidecek bir şey değil. Çünkü Kırmızı Oda’nın yaklaşık olarak 10’da 7’si kadın karakter ve onların hikayeleri. Ve bu kadın karakterler pasif olarak değil aktif olarak var olurlar, yani konuşurlar, kamera onları çeker, replikleri uzundur vb… ‘’Bırbır ne konuşurlar valla bu karı milletinin çenesinden korkucaksın, çenesiyle döver adamı’’ gibi beylik cümlelerin hakim olduğu ülkede en çok izlenen yapımlardan birinde tam da bu cümledeki kadınların var olması hem ironik hem de trajik. Bununla beraber dizinin konuşma ve diyalog üzerine kurulu olmasını da açıklanıyor biraz. Çünkü kadınlar anlatacak hikayeye sahip kişilerdir, onların hikayeleri ve sesleri de duyulmaya ve izlenmeye değerdir. Erkek ve erkekliğin hakim olduğu diğer ana akım işlerin aksine, aslında oldukça sıradan, basit ve gerçek hikayeler izliyoruz biz o kadınlarda. Çevremde bir çok kişiden ‘’haha çukur izlemek mi, diriliş Ertuğrul ne ya ‘’ gibi laflar duydum, bunlara hak da verdim. Burada aslında biraz sınıfsal bir mevzu da açığa çıkıyor, sözde Anadolu hikayelerinin anlatıldığı bu erkek ana akım işlerde üst tabaka insanlar kendilerini göremeyip, oraya ve o dünyaya uzak hissediyorlar kendilerini. Fakat Kırmızı Oda’ya dair bunu diyen kişi görmedim, çünkü statüsü ne olursa olsun orada anlatılan hikayelerin herkesin ve her kesimin başına geldiği veya gelebileceği durumlar olduğu çok belli.
Az önce sözde Anadolu hikayeleri dedim diğer ana akım yapımlar için, çünkü benim gözümde öyle. Anadolu ve Anadolu erkekliliği övücülüğü, romantizmi yapılıyor o yapımlarda. Bunu yapılmasının gerekli olmadığını düşündüğüm kadar tehlikeli olduğunu ve iyi bir niyete hizmet verdiğini de düşünmemekteyim. Benim için gerçek Anadolu kültür temsili Kırmızı Oda’da olandır çünkü. Sonuçta hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, muhtemelen bunu okuyanların hiçbiri Etiler’de villada oturmuyor ve gerçekliğin ne olduğunu çok iyi biliyoruz aslında, fakat bunu görmezden gelmeyi seçiyoruz sanki. Örneğin babaannem Kırmızı Oda’da evden dışarı çıkamayan Selvi karakterini izlerken çok duygulandı, çünkü neredeyse kendi yaşadıklarıyla aynı. Babannem de çocuk gelin, şiddete maruz kalmış, istismar edilmiş, eğitim öğretim hakkı elinden alınmış, kocası öldüğünde ‘’oh çekmiş ‘’ ve şimdi de kocasının emekli maaşını yiyen dul bir kadın. Selvi karakteri benim için iki sokak ötede oturan babannemin hikayesi, hatta belki alt komşumun hikayesi, yani bizim hikayemiz.
Bence Kırmızı Oda’yı izlenir kılan şeyler bunlar, yani gerçekler. Kimi insanlar oyuncuların yetenekli oluşunu ve ünlü oluşunu ‘tutmasının’ sebebi olarak görüyor, fakat bu zaten benim düşündüğümle pararel olarak oluşan bir şey. Eğer bir oyuncu kendini gösterebileceği yeterli sayıda repliği, konuşma sahnesini, oyuncuyu odaktan çıkaracak vurdulu kırdılı anları, silah çatışmalarını gereksiz uzayan araba yolculuklarını oynamak zorunda kalmazsa zaten işini iyi yaptığını bize gösterebilmesi çok daha kolaylaşacak. Bu yüzden Kırmızı Oda’nın oyuncuları iyi değil; Kırmızı Oda oyuncuların iyi olduklarını gösterecek alan yaratabiliyor. Bu sene izlediğim tek Türk dizisi Kırmızı Oda, hem de ileriye almadan, oynatma hızını artırmadan izlediğim nadir Türk dizilerinden. Bu sebeplerden dolayı yaklaşık 2.5 saatimi ayırdığımı düşünüyorum her hafta bu diziye, peki siz neden izliyorsunuz?