Bugün Türkiye’de ne kadar inkâr edersek edelim…
Ekonomik durgunluk var.
Devletin resmi kurumları belki farklı istatistikler yayınlıyor olabilir ama, esas yangın sokaktaki “reel” fiyatlarda oluşmakta!
Enflasyonun yüksek düzeyde seyretmesi…
Cari açık hususu…
Yatırımların “finansmanı” meselesi…
Kredi musluklarının açılması…
Öte yandan ABD ile pek “müttefikliğe” yaraşmayan ilişkinin gergin ve stresi yoğun bir aksta seyretmesi…
ABD’nin kendisini süper güç olarak ve dünyanın jandarması olarak dünyaya dayatması ve çıkarları doğrultusunda, uluslararası ilişkileri yönlendirmesi…
Ulus devletleri ekonomik ve siyasal baskılar altına alması, Çok uluslu Şirketleri vasıtasıyla çevre ülkelerin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin yağmalanması…
Ve…
Amerika Birleşik Devletleri’nin süper güç olması, belki de dünyada en büyük askeri gücü barındırması, gözünün hep yukarılarda olması, hırslarının esiri olması, mazlum milletlere ve ülkelere “özel ilgi” duyması sonucunda buralara insanlığın en temel değerlerini getirmek istemesi, kendi politikalarına ters giden ülkeleri şer ekseni içinde değerlendirerek “şeytanlaştırması”…
Daha birçok husus…
Ama, gözden kaçırdığımız bazı hususlar da yok değil.
Mesela…
Bizim; tarihin diyalektik sürecini doğru düzgün özümseyemeden, insanlık tarihinin belli ara dönemlerini tecrübeleyemeden, insanların/geniş halk kitlelerinin uzun ve yorucu ve aynı zamanda büyük acı ve gözyaşına rağmen elde ettiği “kazanımları”, cumhuriyet kurucularının bir “armağanı” olarak “elde etmemiz”…
İşte tarihsel dönüşümleri belli aralıklarla kaçırmamız, insanlığın tırnaklarıyla elde ettiklerini, içselleştiremeden elde etmemizin sancılarını yaşıyoruz bizler bugünlerde…
***
Mesela…
Biz, Türkler, 18’inci yüzyılda icat edilen ve toplumsal yaşama yön veren “Buharlı Makinenin” ateşlediği birinci Endüstri Devrimini kaçırdık…
Yine biz Türkler, 19’uncu yüzyıl sonunda elektrik kullanımı ve seri üretimin başlamasıyla varolan ikinci Endüstri Devrimini de kaçırdık.
Yine bizler, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan “bilgisayarlaşmayla” üçüncü Endüstri Devrimini de kaçırdık.
Ve…
Artık yaşamamızın neredeyse her adımında, her zerresinde olmazsa olmaz olan internet bazlı teknolojik devrimi ve dolayısıyla dördüncü Endüstri Devrimini de ıskaladık…
***
Hâlâ dünyanın değişen ekonomik yörüngesini doğru düzgün tahlil edemediğimiz için, gelişmiş ülkelerin ekonomik deneyimlerini gözlemleyemediğimiz için, makro projeler tayin edip, kendi içimize gömülüp kaldığımız için de, “gelişmekte olan ülke” konumumuzdan bir milim öteye geçemiyoruz.
Üretemiyoruz…
Esasında “üretirmişiz” gibi yapıyoruz. Halbuki, gelişmiş ülkelerin, refah ülkelerin geçirmiş oldukları tarihsel deneyimleri içselleştirebilsek, ekonomimizi sadece “inşaat sektöründen” menkul görmesek; reel ekonominin önündeki engelleri bir bir aşsak, “dış mihrakların” ülkemizi “terbiye etmeye” yönelik girişimlerini de boş çıkartmış oluruz.
***
Artık Avrupa kamuoyunun ve halklarının gündemi Endüstri 4.0 iken, bu toplumlar, “inovasyon” ve “ar-ge” faaliyetlerine amentü vaziyetinde eğilmişken, bizim hâlâ üretiyormuş gibi yapmamız, dışarıdan gelecek kriz ve taarruzlara karşı bağışıklığımızı düşürmekte.
Üretmek zorundayız; ama daha öncede ifade ettiğim gibi “yükte hafif”, “pahada ağır” ürün skalasına geçmemiz gerekiyor.
Artık dış dünyaya “marka” satmamız gerekiyor. Dış çalkantılara ve etkilere ancak ekonomik temelleri sağlam duruşlarla cevap verebiliriz. Artık stratejik üretim konseptine geçmediğimiz müddetçe, gelişmiş ülkelerin üretim üssü olduğumuz müddetçe, montaj üretiminde ısrar ettiğimiz müddetçe, ekonomik sarsıntılara; özelde döviz silahına savunmamız düşük yoğunlukta olacaktır.