Yalnızca yazmış olmak için yazdığımda ya da konuşmuş olmak için konuştuğumda samimiyetsizliğim beni ele veriyor. O yüzden bir şeyler karalama duygusunun çişim gibi aniden gelmesini seviyorum. Ya da dinleyecek dermanım kalmadığı zaman ağzım yırtılacakmış gibi esneyip, iyi niyet iliştirilmiş bir tebessüm ile bulunduğum noktadan ayrılmayı. Bunları bana sevdiren şeyin geri döndüğümde her şeyi yerli yerinde bulma duygusu olduğunu biliyor, hissediyorum.
Evet, iliklerinize kadar hissetmek için can attığınız samimiyet duygusundan söz edesim var. Binbir sitem ile, her gün batsın, yansın yıkılsın istediğiniz dünyada parmak uçlarınıza esintisi vuran bir iyi niyet dalgasına kapılmak için nelerini vermezdi, aklınız, fikriniz, zihniniz öyle değil mi? Dünya batsın istiyorsunuz, ama bir yandan da deli gibi yaşama arzusu ile dolusunuz. Yarın yerinde görmek istemediğiniz bu dünyaya tekrar uyanmak için uyumadan önce dişlerinizi fırçalıyor, harika bir sex sonrası keyif sigarası yakıyor, yarın yapacağınız sunumun her satırına hakim olmak için dudaklarınızı ısırıyor, hatta öyle ki bazen yarını uyumadan bekliyorsunuz. Çünkü nefes aldığınız sürece yaşamdan ümidinizi kesemiyorsunuz. Bu böyledir.
Burdasın şimdi, bugünün kaygısı ile yarına merhaba dediğinde, yarın sana çok da bir şey sunamayacak aslına bakarsan. Şu düzen sanıp yaşadığın şey kaosun yaşamında beden ve ruh bulmuş halinden başka bir şey değil. Sana ihtiyacın olanı birilerinden aldığın öğütler vermeyecek. Mutluluğu da öyle. Mutlu olmak için birine sığınamazsın. Zaten mutlu olmalısın ve tanıdığın her yeni ruhta o mutluluğun üzerine daha fazlasını koymalısın. Daha fazlasına da sahip olabilirsin. Yok elimdekinden de olamam, kalsın dersen, hayatı uzaktan seyredip, bir klavye arkasına gizlenmiş korkaktan fazlası etmezsin.
Şu ayaklarına bak, koşmak için can atıyor. Saçların, aman tanrım! en çılgın rengi çağırıyor sanki, sence? Dünyanı da o çılgın renge boyamaya ne dersin? Hadi gel, sen bir harikasın…