Ben ruhunun taşkınlıklarını yazıda atanlardanım. Şuan bile mesela kafayı yememek ya da intihara teşebbüs etmemek için yazıyorum. Hayatımın karman çorman ilerlediği ve bolca sinir stresin bulunduğu bir dönemden geçiyorum. İçimi kanatan şarkılar dinleyip zehir gibi kahveler içmek istiyorum. Çünkü içimdeki bu simsiyah perdeyi aralayabilecek çözümler yalnızca bunlar. İşim kötü yanı ise daldan dala bir müzik zevkim olduğu için şuan ihtiyacım olan şarkılara kavuşamıyorum ve kahvem çok sulu olmuş. Tam isyan edilesi anlar. Hayatım daha da kötü gidemezdi denilebilecek zamanlar. Bilmiyorum belki de sabretmek lazım. Aslında bir dönüm noktasının eşiğindeyim. Bilemiyorum belki de eşiği atladığım anda her şey çok daha kolay olacak. Gerginim ve bu gerginlik sadece olması gereken işler hallolduğunda gidecek. Bu yüzden elimdeki azıcık kafama göre değerlendirebileceğim günlerimi de zehir ediyorum. Yenilikler beni çok korkutuyor. Büyüdükçe anlıyor insan yeniliklerin senden neler götürebileceğini. Eskiden böyle değildi. Hayatım o kadar basitti ki yenilikler ancak iyiye doğru olabilirdi. Şimdi ucu görünmeyen bir tüneldeyim sanki. Çıkışım ya yemyeşil ıldır-ışık bir araziye, ya da bu tünelin bir sonu yok. Karamsar olmak istemiyorum. Hayatımda güzel gelişmelerin yaşanacağına dair iyi hislerim var. Artık büyüyorum. Hayatımın sorumluluğunu alma vakti geliyor. Zaten beni korkutan da bu ya.
HAYATIMIN SORUMLULUĞUNU ALMAK
Bir insan ne zaman büyür? Kendi hayatının tüm sorumluluğunu alması gerektiğinde. Ben daha çok küçüğüm. Hayatımın o kadar azını kendim yönetiyorum ki. Biliyorum şoklama olacağım tam da bu yüzden. Şuan ki en büyük korkum da bu. Şoklama olduğum anda en kötü seçimleri yapmak. Öyle olmaz değil mi? En kötü ne olabilir ki zaten. Bu sadece bir başlangıç. Hayatın başında yaptığın hatalar seni ölene kadar takip edecek değil ya.
Hala geleceğim hakkında kararsızım. Aslında sonda nerede olmak istediğime dair bir fikrim var ama oraya nasıl ulaşacağım hakkında pek fikrim yok. Sanki gitmem gereken yoldan sapmışım gibi.