Cumhuriyetin ilk yıllarında genç ve dul bir kadın, her ne sebeptense yaşadığı kenti arkasında bırakarak Ankara’ya gelir. Yanında üçü kız, beş evlâdı ile az çok yeter miktar parası vardır.
Yerleşecek uygun bir yer ararken, yolu Cebeci’ye düşer. Karşısından geçtiği taş bina çeker dikkatini.
“Neresi burası?” diye sorar etrafındakilere.
Söz konusu bina günümüzdeki adıyla Ankara Hukuk Fakültesi’dir.
“Tamam,” der emniyetle. “Benim çocuklarım burada okuyacaklar.”
Aldığı kararla, tereddütsüz civarda bir ev tutar ve dikiş dikerek hem geçimini sağlar, hem evlâtlarını okutur. Beşine de dönem şartlarında yüksek öğrenim gördürür.
Büyük kızı müzik eğitimi alır, ortancası öğretmen okuluna gider, en küçüğü ile iki oğlu ise tıpkı niyet ettiği gibi Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Oğlanlar avukat, kızı ise Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerinden olur.
Her biri yaşamının esas kahramanı bu insanlar, aile tarihimizin de yapı taşlarıdır aynı zamanda ve öz yaşam öykülerinden hareketle kendilerinden sonra gelenlere, onların da daha sonrakilere bellete bellete bir miras gibi bıraktıkları ders ise hep şu olmuştur: “Niyetine sahip çık!”
Çünkü hayat sürprizlerle doludur. Beklenmedik mutluluklara kapı açar, ümit vaat etmekten asla çekinmez. Ancak hepimiz biliriz ki hayat aynı zamanda fazlasıyla karmaşık, sorunlu ve öngörülemezdir. Yine biliriz ki; aynı nispette basit, sorunsuz ve öngörülebilirdir.
Tam da bu nedenle işler hep plânlandığı gibi gitmez. Kolaylıkların yanında zorluklar, mutlulukların yanında mutsuzluklar, başarıların yanında başarısızlıklar yolumuzun üstünde gizli açık bekler durur. Maharet yenmek ya da yenilmekten ziyade, adrese varmaktadır elbette.
Bunun için daima doğru yönü gösterecek, kaybolsa dahi yolu bulduracak sağlam bir pusulaya ihtiyaç vardır. Açıkçası ben, halis bir niyetten daha iyisini düşünemiyorum. Bu nedenle de diyorum ki; niyetinize sahip çıkın. Çünkü ondan daha sadık ve dürüst bir yol gösterici bulamazsınız.