O hafif rüzgârı hissediyor musun? Bir anne eli gibi saçlarını okşayan… Peki bahar yağmurunu? Onu da hissediyor musun? Tenine değen her damla ürpertiyor mu bedenini? Bu yağmur damlaları sadece ıslanmak gibi mi? Yoksa o damlalarda bir mânâ bulunabilir mi?
Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi ağlıyor musun ey Gök? Nedir senin bu mâtemin? Bulutları griye boyamış gibisin. Karartıverdin birden semayı. Nedir bu içindeki keder? Evladını kaybeden annenin haykırışlarını duyuyorum gök gürültülerinden. Öfkeli bir babanın estirdiği terörü görüyorum şimşek çakışlarından.
Bugün pek iyi bir hâli yok semanın. Eski maviliğini kaybetmiş gibi. Gece ile gündüzü ayırmakta zorlanıyor. Yeniden doğacak bir güne, yeniden sarılacak bir umuda muhtaç. İnsanların bitmeyen telaşları arasında kayboluyor adeta. Eskiden çatıya çıkıp onu izlerken hayaller kuran insanları özlüyor. Dünya yalnızlaşıyor. Dur diyecek biri yok. Gökyüzü yerine tavanı izleyen insanlar var artık. Çoğusu kabuğuna çekilmiş.
Durum böyleyken gökyüzü de küstü bize. Mevsimleri karışmaya başladı. Karanlık günlere doğru yürüyoruz artık. Sabahsız, hep gece… Günaydını olmayan birçok güne.
Yine de Güneş doğmaktan da batmaktan da bıkmadı. Yıldızlar da hâlâ gökyüzünü süslemekte. Sen de umutsuzluğa kapılıp bıraktığın ne varsa sımsıkı sarıl onlara. Zaman zaman düştüğün, çaresizliği en derinlerinde hissettiğin anlar olur. İşte bu benim karanlığım dersin. Fakat aydınlığa dönmen gerek. Biraz ötede güneş seni bekliyor. Uzat ellerini güneşe.