Behzat Ç. ilk defa 2010-2013 yılları arasında ekranlara gelmişti. Bununla beraber “Seni Kalbime Gömdüm” ve “Ankara Yanıyor” filmlerini de bu süreçte görmüştük. 2013’e kadar, hatta sonrası da dahil olmak üzere ülkede yaşanan gerçekleri konu alan, iyi kurgulanmış senaryolarla karşımıza çıkmıştı. Bu zamandan sonra kendi adıma “kaliteli dizi açlığı” çektiğim seneler oldu. Üç sene önce, Ankara Bahçelievler 7. Cadde’de yürürken “Behzat Ç Geri Dönüyor” afişleri görünce çok heyecanlandım; fakat o senaryoda Emrah Serbes dokunuşu yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse, çok zorlanarak, hayranlığımdan dolayı izledim. Sonrasında 2. sezonu gelmedi ve dizi yine rafa kalktı. Biz Amirimin tekrar gelmesini hep bekledik. Uzun bekleyiş sona erdi, sevenlerinin de karakterleri içselleştirdiği Behzat Ç. ekranlara bu sefer Emrah Serbes’in “Çekiç ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikayesi” kitabından esinlenerek Blu TV aracılığıyla geri döndü.
Başlamadan önce bildirmek isterim ki diziyi izlemeden önce kitabı okudum. Yorumlarımı bunu göz önüne alarak okursanız çok sevinirim. Şu andan itibaren 1. sezon 1. bölüm için “spoiler” içermektedir.
Gerçekten Behzat Ç. dünyasını ve ekini özlemişim. Yeni dünyada hepimiz tembelleştik ve dizileri izlerken “jeneriği atla” tuşunu kullanmaktan mutluluk duyar olduk. Dizi başladığı andan itibaren hiçbir şeye elimi sürmeden tüm dikkatimle izlemeye karar verdim. Tüylerim diken diken oldu çünkü uğruna beklediğim, zevkle izlediğim Amirim, odasında uyandı ve kedisi Gaspi ile didişmeye başladı. Masasına oturdu ve her zamanki gibi biraz votka ile güne başladı. Sonrasında dizide kayboldum diyebilirim. Huysuz Akbaba, Hayalet ve Amirim beraberlerdi. Bizim ekip Gaspi’nin katilinin peşine düşmüştü bile.
Behzat’ın Gaspi’nin ölüşü sonrası üzüntüsü, tüm ekibin Cinayet Büro’nun kedisini sahiplenmesinin işleyişi çok yerindeydi. Hayalet’in günümüzdeki hayvan katillerine verilen-verilmeyen cezaları hakkındaki söylemleri de çok yerindeydi. Büro’nun güzel kedisi için mezar açılması, “Gaspi Ç” diye mezar taşı yaptırmaları tam bizim ekibe yakışır bir şeydi.
Amirim ve kızı Şule, arasında yaşananları anlatmama gerek yok herhalde. İkisinin konuşmaları 96 bölümün özeti gibiydi. Bir anda Amirimin ve Şule’nin hikayeleri bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Duygusallaştım… İkisinin çektiği acıları kendim hisseder gibi oldum. Şule’nin mezarın üstündeki oturuşu ve ağlayışı aklıma geldi. Aralarındaki iki dakikalık konuşmada bana o duygusallığı çok net verdiler.
Akbaba… Ellili yaşlarına gelmiş, biraz huysuzlaşmış; iyice yalnızlaşmış. 50 yaş sendromu derler ya, tribe girmiş hafif. Anlamlı cümleleri, hayata bakış açısı yalnızlığına derinlik kattı gözümde. Her zaman öyleydi ama artık yalnızlık üstüne sinmişti. Ayrıca, Hayalet ve Akbaba arasındaki konuşmaları dinlerken eskiye dönmüş gibi hissettim. Hayalet ise bildiğimiz hayalet. (Bu arada kendimi en çok Hayaletle içselleştiririm. O yüzden fazla bahsetmeyeceğim.)
Dizideki “kötü adam” pek beni açmadı fakat biraz bahsetmek istiyorum. Babasını öldüren adamdan korkarsın. Eğer dizi bu adam üstünden ilerleyecek ve kötü adam o kalacak ise güzel bir sezon bizi bekliyor olabilir. Kimse “Ercü” yerine geçemez diyerek büyükçe bir laf edeceğim ama doğru olan, böyle bir mukayesenin yapılmaması gerektiğidir. Yeni bir şeyler üretilmeye çalışırken elde olandan maksimum verim almaya bakılmalı, her zaman. Bu konuda da Emrah Serbes’e güvenim tam. Ayrıca net bir şekilde diyebilirim ki Emrah Serbes dokunuşu olmadan Behzat Ç. çekilemez, çekilmesi teklif dahi edilemez. Ekip, 2010’lu ekipten oluştuğu için çekim aşamasında problem yaşanacağını sanmıyorum. Eğer dikkatli bir şekilde diziyi izlerseniz, kamera açıları ve dizi ilerleyişi çok kaliteli. Sanki eski bölümleri izliyor havası veriyor. Behzat Ç, yeni dünyaya ancak bu kadar iyi oturabilir. Umarım böyle devam ederler.
Bu bölümün şöyle bir önemi de var: son Behzat Ç denemesinde diğer bölümü merak etmiyordum fakat bu sefer 2. bölümü iple çekiyorum. Bence her bölüm sonrası merakla bekleyeceğiz ve buna çok değecek. Teşekkürler.