Susmak. Nasıl bir duygu? Konuşmak isterken, çığlık atmak isterken, çaresiz kaldığın anda. Haykırmak varken içindeki korkuyu, susmak nasıl bir duygu?
Biz hep öyle gördük değil mi? Kadınlar susar, kadınlar boyun eğer.
Ölümlere alıştık değil mi? Evimizde sıcak sıcak otururken karnımız tokken televizyon karşısında bu acılara şahit oluyoruz. Otuz saniye sonra unutuveriyoruz. Kanıksadık çünkü. Peki, haksız yere öldürülen anneler, kadınlar, çocukların yetim kalmalarına sebep olan vahşetler, kanıksanmayı hak ediyor mu?
Babaların, kız çocuklarını iyi bir başlık parasına kocaya satmasına ne denir peki? Bu hangi kitapta yazıyor? Kız çocuklarını bu denli alçaltan bizleriz çünkü bu olaylara göz yumuyoruz, tepkisiz kalıyoruz. İşte, kız çocuklarını küçüklüklerinden alıştırıyoruz susmaya, sonra her türlü şey geliyor başlarına, onlar susuyor; hayalleri de, umutları da karanlığın ürkütücü sessizliğine gömülüyor. Söyleyemiyorlar! Susuyorlar çünkü susmayı öğrendiler. Susmayı kendilerine ilke edindiler, başka seçenekleri yoktu. Kimse onlara çığlık atmayı, derdini haykırmayı öğretmedi. Onları önemseyen olmadı. Onlara bu dünyayı zindan ettiler, o da kabullendi çünkü bilmiyordu. Hak ettiğini düşünüyordu. Davasında haklı olduğunu bilmiyordu. Bildirmediler.
Terk edilmekti bazen kadın olmak. Hor görülmekti; hayatın bütün yükünü yılmadan, usanmadan sırtında taşırken.
Âşık olmaktı bazen kadın olmak. Kör olmaktı. Hem aşkına hem de gerçeklere… Görmüyordu gözü, o’ndan başka. Bazen hayallerden hayallere sürüklenmekti. Ah, o tozpembe hayaller…
Anne olmanın verdiği coşkuyu, o tatlı telaşı bir kadından başka kim tadabilir? Peki, bu tadı aldıktan sonra evlatlarını gözlerinin önünde kaybeden annenin acıları? Tahmin edebiliyor musunuz? Çaresizlikten kıvranırken, ellerinden akıp giden umutlarını kaybedişinin verdiği o saf acıyı? Ben tahmin edemiyorum, etmek de istemiyorum.