Neruda’yı Öğrenmek
Michael Radford ve Massimo Troisi’nin (aynı zamanda başrol ouncusu) ortak yönettiği “Postacı” (Il Postino) filmi; Mario adındaki bir postacının hayatı ve şair Neruda ile ilişkileri üzerinden döneme dair birçok konuyu farklı perspektiflerden incelemekte ve değerlendirmektedir. Emekçi-köylü sınıfının yavaş yavaş aydınlanması ve düzenin farkına varmasınının sembolü olan postacı Mario’nun hayatı, toplumdaki aydınları temsil eden şair Neruda ile tanışması ile baştan sona değişir. Bir balıkçının oğlu olan ve hayatının her döneminde ekmeğini taştan çıkarmak zorunda kalan Mario, Pablo Neruda sayesinde sanatın büyüsünün yanında daha birçok şeyi de keşfeder.
Filmde geçen olaylarda her ne kadar gerçeklerden bir miktar esinlenilmiş olsa da olayların tamamına yakını kurgudur ve Antonio Scarmeta’nın “Ardiente Paciencia” isimli eserine dayanmaktadır. İtalya’daki bir ada kasabasında geçen film, belirli bir zaman periyodunda bulunmasa da yer yer 1950’li yıllar İtalya’sının izleri görülmektedir.
Film, baş karakter Mario’nun Amerika’dan bir kartpostal almasıyla başlar. Mario, insanlara rüya gibi hayaller sunan yeni kıtadan çok etkilenmektedir. Her ne kadar balıkçı babası, içinde bulunduğu düzene razı olup bu düzeni korumaya çalışsa da; emekçi sınıfın yeni nesilleri “gelecek hayalleri” kurmakta, kendileri için daha özgür ve yaşanılabilir bir ortam düşlemektedirler. Bu çatışma, baba ve oğul arasında geçen konuşmalarla filmde etkili bir biçimde işlenmektedir. Sahnenin devamında yeniden hayatın rutini ve gerçekleriye karşılaşan Mario hayal kurmayı bırakarak yapması gereken işlere devam eder. Ta ki televizyonda sosyalist şair Pablo Neruda’nın halk ve özellikle de kadınlar tarafından coşkuyla karşılanışını görene dek. İlk anda Neruda hakkında karmaşık duygular hisseder, bir yandan onu kadınlardan gördüğü rağbet sebebiyle kıskanırken diğer yandan da şairin halk ile iç içe oluşu nedeniyle ona karşı içten içe samimiyet duyar. Günün devamında “Bisikletli postacı aranıyor” başlıklı bir ilanla karşılaşır ve hemen başvurmaya gider. Vardığında görevin “Pablo Neruda”ya posta taşımak olduğunu öğrenen Mario, bu durumun basit bir tesadüften ibaret olmadığına, adeta bir mucize olduğuna kanaat getirir ve işi derhal sahiplenir. Öncelerde yalnızca Neruda’ya mektup getirip götürse ve onunla pek bir iletişimde bulunmasa da; şairin değişik kişiliği, saygınlığı ve kadınlardan gördüğü ilginin arkasındaki sırrı merak eden Mario, Neruda’nın sanatıyla ilgilenmeye, ona sorular sormaya başlar. Şiir sanatını başlarda yalnızca kadınların ilgisini çekebilme amacıyla öğrenmek istese de zamanla sanatın büyülü dünyasını keşfeder ve işin özüne odaklanmaya başlar. Şiirlerle birlikte kendini, kendi ile birlikte hayatı, hayat ile birlikte de düzeni sorgulamaya başlar. Kendisiyle yakın fikirlere sahip olduğunu keşfettiği postacı amiri ile arkadaşlıkları ise git gide yakınlaşır. Aynı zaman diliminde Di Cossimo isimli kapitalist bir belediye başkanı adayı ise köy halkını gün gün daha çok etkilemekte, her bölgeden oy kazanarak başkanlığını garantilemek istemektedir.
Günün birinde Beatrice isimli bir kadın ile karşılaşan Mario ondan çok etkilenir ve onun ilgisini kendisi üzerine çekebilmek için şiirlere başvurur. Başlarda pek fayda etmese de Beatrice zamanla Mario’nun kasabadaki diğer erkeklerden farkını anlar ve ona karşı hislerinin karşılıklı olduğunu belirtir. Ancak Beatrice‘nin hayatında büyük söz sahibi olan teyzesi “şair” bir damat fikrinden hiç hoşlanmaz ve evliliği engellemek adına elinden gelen her şeyi dener. Bu süreçte Mario, Neruda’dan büyük yardımlar alarak teyzeyi ikna etmeyi başarır ve evliliği gerçekleştirir. Bu durum, toplumdaki farklı fikir gruplarının zamanla birbirlerine karşı yumuşayabildiklerini, bir arada yaşayabilmek adına bazı katı kurallardan taviz verebildiklerini tasvir eder.
Düğün sırasında gelen bir haberle Neruda’nın yakın zamanda ülkesine döneceğini öğrenen Mario, bir yandan dostu adına sevinirken bir yandan da büyük bir hayal kırıklığı hissine kapılır. Vedalaşırlarken aklında hep Neruda ile gelecekte yapacakları mektuplaşmalar ve hiç bitmeyeceğini düşündüğü dostlukları vardır. Ancak Neruda’nın gitmesinin ardından ne bir mektup gelir ne de bir haber. Bir gün postacı amirinin gösterdiği, Neruda ile ada hakkında yapılan röportajda kendisine dair izler arar ancak umduğunu bulamaz, diğer bir günse kendisine Şili’den gelen mektubu büyük bir heyecanla açtığında karşısında yalnızca Neruda’nın sekreterinin anlamsız isteklerini bulur. Çevresindekiler ona Neruda’nın yaşanılanları unutmuş olabileceğini ve kıymetbilmez bir kişi olduğunu söyleseler de o her seferinde dostunu savunmaya devam eder ve hatta çocuğuna bile onun adını koymakta ısrar eder. Sekreterin talebiyle Neruda’nın evindeki eşyaları kargoya verirken çok derin duygular hisseder. Filmin bu bölümünde mekan büyük bir önem kazanır, Mario tüm yaşanmışlıklarını Neruda’nın evi ile özdeşleştirir. Ve içinde Neruda’ya ve onun sosyalist fikirlerine karşı büyük bir bağlılık hisseder. Hayatının birçok anında emekçi sınıfın haklarını ve mücadelesini savunmaya başlar. Bazen iyi amaçlar uğrunda yanlışlıkla işleri tamamen tepetaklak etse ve savunduğu kişiler dahi ona sinirlense bile yine de inandıkları uğruna mücadelesine devam eder. Birçok kez kasabadakilerle ve hatta yönetimle tartışır ancak bir türlü çözmek istediği problemleri çözemez. Aradan 5 yıl geçer, sahne Pablo Neruda’nın, Mario ve eşinin lokantasına girmesiyle devam eder. Daha önceden Neruda’nın eviyle yapılan mekan-anı özdeşleştirmesi bu sefer de Mario’nun lokantası ile yapılır. Neruda’nın gözünde yaşanmış anıları canlanır ve sahnede bir çocuk belirir. Sonradan anlaşılır ki bu çocuk Mario’nun oğlu “Pablito”dur ve Mario inandıkları uğruna mücadele verirken, bir sosyalizm gösterisinde çıkan kargaşada polisler tarafından öldürülmüştür.
1950’li yıllar Avrupa’sı göz önünde bulundurulduğunda Mario’nun başına gelenlerin yalnızca bireysel bir nitelik taşımadığı, aynı zamanda dönemin tüm Avrupa ve özellikle de İtalya halkını temsil ettiği sonucu çıkarılabilir. Büyük bir savaştan yeni çıkmış olan Avrupa ülkeleri yorgun düşmüşlerdir ve kurtuluş için durmaksızın çareler aramaktadırlar. Bir yanda SSCB’nin komünizm doktrini, diğer yandaysa Amerika’nın kapitalizmi arasında gidip gelinmekte, politikacılar arasındaki tartışmalar tükenmek bilmemektedir. Bu hararetli ortamın etkileri, halkta da gün gün etkilerini daha çok hissettirmekte, farklı fikir gruplarını birbirine gitgide daha da düşman etmektedir. Mario ise ülkeler arasındaki bu husumetin gelgitleri arasında ezilen, ulusun tüm yükünü tek başına çeken halkın bir kişi üzerinden tasviridir. Fillerin çarpışması çimenleri ezmiştir.
Alper Kınacı