Hayat Tarzın Seni Anlatıyor

Yaşadığımız garip, fantastik aromalı, bilimkurgu tadındaki günlerde normal olmayan şekillerde normalleşmeye çalışıyoruz.

Kime göre, neye göre normal tabii, o ayrı! Sanki çok normal yaşıyorduk da?!. Ama artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı aşikâr.

Olsun varsın. Her şey farklı olsun varsın, ne olur? Biz de ona göre yeni düzene ayak uydurur, ona göre davranır, o şekilde hayatta kalma mücadelemize devam ederiz. Sonuçta insan her şeye alışıyor.

Alışmak demişken; herhangi bir şeyi alışkanlık haline getirmek için yirmi bir gün gerekli diye bilinir. Öyle değilmiş ya, güzel Kooploglu… Evet. Bu sayı, Maxwell Maltz’ın 1960’da yayınlanan Psycho-Cybernetics adlı kitabında geçiyor. Açıklamasına göre; ameliyat olan hastalarının yeni yüzlerine alışması yirmi bir gün sürüyormuş ki, kendisi plastik cerrahi uzmanı. Oralardan süregelen tanımlanmış bir süreç bu yani. Ancak, Londra Üniversitesi Akademisi’nde yapılan araştırmalar, deneyler göstermiş ki; yeni bir alışkanlığın devam etmesi için geçmesi gereken ortalama süre aslında 66 günmüş. Bu süre, 18 ila 254 gün arasında değişiklik gösterebiliyormuş.

Yani; bir şeyi alışkanlık haline getirmek istiyorsan ve lakin yirmi bir gün sonunda bir sonuca varamıyorsan, üzülmene gerek yok canım okur. Çünkü zaten bu süre, çoğu insan için yeterli değil. Kendimden biliyorum.

Bir de, dinî ve bazı bilimsel belgelerin ortak noktasında ise; ‘kırk gün’ var. Yani; nef’s terbiyesi denen ve bizim iyi ya da kötü alışkanlıklarımızı yönetme gücümüz olarak düşündüğümüz şeyi uygulayabileceğimiz, hayata geçirebileceğimiz süre, kırk gün olarak belirlenmiş.

‘Terbiye’ olarak nitelendirdiğimiz şey de aslında, işte bizim bahsettiğimiz alışkanlık meselesi. Bir kötü alışkanlıktan kurtulmak veya yeni bir alışkanlık edinmek için, belirli bir süre kendimizi terbiye etmiş olmuyor muyuz? Elbette oluyoruz. Ve ne iyi ediyoruz. Bunu yapmamız, kendimize yeni ve güçlü bir cevap oluşturmamız anlamına geliyor. Eski alışkanlık veya cevap verme şekli yerli yerinde duruyor ancak daha az baskın olarak kalıyor. Vazgeçebilmek ise kişilik yapısına, motivasyonumuza, koşullara ve söz konusu alışkanlığın ne kıvamda olduğuna bağlı aslında biraz da. 

Örneğin, başkalarının baskısı gibi dış nedenlere bağlı olarak değiştirmek isteyen insanlar çok da başarılı olamıyor. Her şey, kişinin kendi beyninde bitirmesine bağlı yani. Kendisi tam anlamıyla istemedikçe, çok sevdiği biri dahi olsa başkasının söyledikleri pek de geçerli olmuyor. Sigarayı bırakmak istemeyen bir kişi, güle oynaya ‘arkadaş’ edindiği bu zehri, bir hastalığın pençesine yakalandığında ancak atabiliyor örneğin. Bana göre, aklı başında olmadığı için bünyesine keyifle aldığı dumanı, bir başkasının telkiniyle değil; kendine ciddi ve görünür bir zarar verdiğinde bırakıyor. Daha doğrusu, yumurta kapıya dayandığı için mecburen bırakıyor.

Sigara örneği ekstrem olabilir ama bir alışkanlığımızdan kesin olarak vazgeçebilmek için, bizi yönlendirecek güçlü bir motivasyon düşünmemiz lazım. Sağlıklı bir motivasyon! Terk etmek istediğimiz alışkanlığımızın yerine “değiştirme davranışı” diye bilinen yeni bir şey koymalıyız. Örneğe dönersek, sigarayı bırakmak için ıvır zıvır atıştırmalıkları mideye indirmeyeceğiz yani. Alışkanlıkları terk etmek oldukça zor. Uzmanlar; “Uzun zamandır devam eden alışkanlıklar kelimenin tam anlamıyla sinir seviyesinde yerleşiktir, bu nedenle davranışların güçlü belirleyicileridir” diyor ve bana katılıyor!?.

Şımardamadan ciddi ciddi anlatıyorken, devam edeyim…

Ben, kırk günlük süreyi geçerli buluyorum. Bu süre altmış güne uzayabilir alışkanlığın derinliğine bağlı olarak ama yirmi bir gün gerçekten kısa benim için. Sen de bak bakalım ne kadar zamana ihtiyacın var bir şeyi terk edip, yeni bir şeye başlamak için. Test et kendini. Belki de bu vesileyle, gerçekten kurtulmuş olursun istemediğin bir durumdan.

Bundan yola çıkarak, alışmış olmamız lazım değil mi şu yeni halimize? Hani dedim ya; insan her şeye alışıyor diye. Gerçekten alışılıyor iyi/kötü olaylara zamanla. Alışmasan ne olacak? Alışmak zorundayız velhasıl. Hep dediğim gibi de; alışacağız ama apışıp kalmayacağız. Önlemlerimizi ciddiyetle alacağız, “bana bir şey olmaz” zihniyetini acilen terk edeceğiz, kendimizi ve sevdiklerimizi korunup kollayacağız, ondan sonrasını da tedbir almanın verdiği huzur ve sükunetle geleceğe akacağız. Hayatı hem ciddiye hem de ti’ye alacağız. Uzun vadeli planlar yapamayacak olsak da hayallerimizi, heyecanlarımızı, yapmak istediklerimizi daha fazla ertelemeyeceğiz.

Zaten erteleme hastalığı da apayrı bir dert konusu. Ertelediğimiz her şey, ömrümüzde eksik bir parça olarak kalıp gidecek. En basit şeyden en zoruna, şu erteleme huyundan vazgeçebilsek ne güzel olur. Ben de bu sorundan muzdarip olanlardanım. Bir tembel teneke oblomov olarak, erteleye erteleye bir hal oluyorum. Fakat son zamanlarda, biraz daha fazla gayret gösteriyorum yenmek için bu huyumu. Zamanın olumsuzluğuna inat, olumlu ve ılımlı kalmaya çalışıyorum. Kendi kendime motive olmaya çalışmak fayda etmiyor ama eşimin payı büyük tabii motive anlamında. Yanında yörende, sana can-ı gönülden ve her türlü yardımı yapmaya hazır biri varsa aynı frekansta olduğun, değme keyfine.  

Bu arada benim de henüz uygulayamadığım ama azmettiğim bir “Beş Saniye Kuralı” var, erteleme hastalığına iyi geleceği söylenen.

Yazar, girişimci ve ödüllü televizyon yorumcusu Mel Robbins var. ( Bildin mi? 😊)

Kendisi tam anlamıyla tükenmiş bir haldeyken, bir televizyon reklamında klişe bir görüntü haline gelmiş olan roket fırlatma videosundan etkilenip, kararlılıkla kendisini yataktan kaldırmaya karar vermiş. Çalar saat çaldığında, “NASA’nın roketleri gibi” beşten geriye sayıp, yataktan fırlamış. Ve ilginçtir ki, bunun işe yarattığını fark etmiş! Bunu her gün tekrarlayıp, gerçekten yapmak istemediği her işin üstesinden daha kolay gelebileceğini düşünmeye başlamış. Böylece de bu kural oluşmuş.

Davranış değiştirirken, bir alışkanlığı terk ederken, yeni bir şey öğrenirken veya düşüncelerimizi yönlendirirken; beynimizin aktif olan kısmı prefrontal korteks uyarılıyor. Yani, beynimizin sizi sabote etmesine izin vermeyip, değişimi kolaylaştırmak için bir meta-biliş tekniği kullanıyoruz, metabilişsel düşünüyoruz. Yani, üst bilincimiz devreye giriyor. Üst biliş; bireyin kendi bilişsel süreçlerini kontrol edebilme ve yönlendirebilme yeterliliği, olarak tanımlanmakta.

Bir insanın günde yaklaşık 35.000 karar aldığı tahmin ediliyor. Ve çoğu zaman bu kararlar bilinçsizce alınıyor. Kendimden biliyorum. Şaka bir yana, korku, öfke ve belirsizlik gibi olumsuz duyguların kararlarımız üzerinde güçlü bir etkisi olduğu görülüyor. Araştırmalar, bir düşünce, fikir veya sezgi ile beynin onu destekleme ya da yok etme hareketi arasında yaklaşık beş saniyelik bir zaman dilimi olduğunu göstermekte. Beş’ten geriye doğru saymak bu anlamda beynimizi durmaya, odaklanmaya ve başka bir şeyle meşgul olmaya zorluyor. Böylece beynimiz  korku, şüphe, öfke gibi kötü kararlara yol açabilecek diğer güçlü duygulardan kaçınmamızı sağlıyor. O zaman da örnekte olduğu gibi, pat diye fırlayabiliyoruz yataktan ya da “Dur ya, ne erteleyip duruyorum, ondan mı korkacağım, yapayım bitsin şu iş veya konuşma… 5-4-3-2-1 hop… Kalktım gitti.” diyebiliyoruz ivedilikle ve kararlılıkla.

Bana henüz pek uymuyor ama çok kararlıyım denemek için. Gözümü açar açmaz yataktan beş saniyede fırlayıp kalkabilmek her nekadar ütopik görünse de, deneyeceğim. Gerçi sonucu biliyorum şimdiden ama yapacağım işte. Ani olarak yataktan, oturduğum yerden vs. hızla kalktığımda dönecek olan başımı ve geri yatağa veya oturduğum yere döndüğümü biliyorum. Ayrıca “yatak keyfi” diye bir şey var canım. Gözünü açıp etrafa bakacaksın önce aptal aptal. Sonra sabah olduğunu idrak edecek ve sevineceksin yeni bir güne daha uyanabilmiş olmanın verdiği huzurla. Henüz kafan bulanık olduğu için bir şey yapmamaya karar verecek, bir sağa bir sola gerine gerine döneceksin arada gözünü tekrar kapayarak. Bu süreçte tekrar uyuyakalmadıysan, yavaşça ve itinayla doğrulacaksın yatakta. Birkaç esneme, gerinme hareketi yapacaksın ayılabilme adına. Sonra paşa gönlün isterse yine yavaşça ve sakince kalkacaksın ayağa, banyoya yol almak üzere. Kalkabildin diyelim, ayakta da bir iki esneyeceksin adım atabilmene yardımı olsun diyerek. Perdeni bir artist edasıyla açacaksın güne “merhaba” demek için.

Ve perdeyi açtığında pencereden gördüğün neredeyse boş olan sakin sokağın ve sessizliğin sesini dinleyeceksin keyfini çıkararak. Bunu hep yaptığın için de, buna alışacaksın ister istemez tabii.

Alışkanlıkların, alıştıklarına ve katlandıklarına değil sevdiğin ve isteyerek yaptığın sağlıklı şeylere dönüşsün inşallah güzel okur.

Doğala özdeş aromalı, katkısız, saf, temiz, berrak zihinli, huzurlu ve sağlıklı günler dilerim güzel Kooploglu.

İklim’in Dora’n

İklim Dora
Yazıyorum, Paylaşıyorum. Hayatın Sevmek, Inanmak Ve Paylaşmak Olduğunu Düşünüyorum. Az Öz Dostum, Ruh Ikizim Ve Kitaplarım Olduğu Sürece Benden Mutlusu Yok. Dünyalıyım. İçi Dışı, Özü Sözü Bir Olmak; Istediğim. Hadi O Zaman, Okuyalım Güzelleşelim. ツ
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Oyun Oynama Kültürü
Sonraki
Hayat

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.