“Başkalarıyla ilgili rahatsız olduğumuz her şey kendimizi tanımamızı sağlar.”

Kaynak belirtilmedi

Carl Gustav Jung’un bu sözü aslında yansıtma (projeksiyon) kavramını işaret eder. Psikolojide yansıtma, kişinin kendi içinde kabul etmekte zorlandığı, bastırdığı veya farkında olmadığı duygu, düşünce ve eğilimleri başkalarında görmesi ve bunlara tepki vermesi anlamına gelir.

Peki bu ne anlama geliyor ?

Jung’a göre başkalarında bizi rahatsız eden şeyler aslında çoğu zaman kendi içimizde çözülmemiş taraflarımızın bir yansımasıdır. Yani bizde de var olan ama kabullenemediğimiz bir yönü dışarıda görünce daha fazla tetikleniriz. Dolayısıyla başkalarına kızdığımız, yargıladığımız veya “dayanamadığımız” noktalar bize kendimiz hakkında önemli ipuçları verir.
Diyelim ki bir kişi sürekli başkalarının “tembel” olmasına çok sinirleniyor. Belki aslında kendi içinde de zaman zaman erteleme, tembellik veya verimsizlikle ilgili bir suçluluk yaşıyor. Bunu kendinde görmek istemediği için dışarıda gördüğünde daha da rahatsız oluyor. Yada bir başkası, çok gösterişli davranan insanlara tahammül edemiyor. Bu tepki, kendi içinde “ben de dikkat çekmek istiyorum ama bu ayıplanır” diye bastırdığı bir arzunun yansıması olabilir. O yüzden dışarıda görünce onu kabullenmekte zorlanıyor.

Jung’un bu sözü bize, başkalarında bizi rahatsız eden şeyleri bir “ayna” gibi görebileceğimizi anlatır. Kendi içsel gelişimimiz için, bu yansımaları fark edip “Ben neden bu kadar tetikleniyorum?” diye sormamız önemlidir. Yani Jung aslında bilinçdışımızda yaşanılanları bu şekilde başkaları üzerinden, bir aynı gibi yansıttığımızı ve içtekini dışa vurduğumuzu anlatır.

Psikanalizin temelini oluşturan bilinçdışı kavramı, Jung’un akıl hocası Freud’un dünyaya en büyük katkısıdır. Bilinçdışı, rüyaların ve kasıtsız ortaya çıkan düşünce ve duygularımızın kaynağıdır, unutulmuş anıların ve bilinçten saklanan bilgilerin yaşadığı yerdir.

Öz kabul, ruh sağlığının önemli bir unsurudur. Çoğu zaman, kendini iyileştirmenin, geliştirmenin ve istikrarın ilk adımlarından biridir. Hayatın her aşamasında, özellikle de kendimizi ve kimliğimizi tanımlamaya çalıştığımız dönemlerde, hem güçlü yönlerimizin hem de kusurlarımızın farkında olmamız ve kendimizin her yönünü kabul etmeyi öğrenmemiz önemlidir. Ancak herkesin kendine özgü şeytanları vardır. 

Zihnimizin en karanlık kısmı, kimliğimizin en önemli kısımlarından bazılarını oluşturur. Ancak sosyal ve özel hayatımızın büyük bir bölümünde, bizi derinden tanımlayan en karanlık şeyleri bastırırız. Yirminci yüzyıl ortalarında yaşamış psikolog Carl Jung’un yazıları, özellikle de “Gölge”’nin varlığı üzerine yaptığı çalışmalar, insan doğasının bu gerçeklerine tanıklık eder. 

Gölge’ye Giriş

Jung’un psişe modelinde, iç dünyamızda birbirleriyle etkileşime giren çeşitli kişileştirilmiş yapılar vardır. Esasen bedene dayalı olan ve kişiliğin yönetici kısmı olarak anlaşılabilecek ego, gölgenin yanında yer alır ve bu ikisi kimliğimizle ilgilidir. Jung, gölgeye – biçimine ve içeriğine – ve “kişinin olmak istemediği şeyi” özümseme sürecine derin bir ilgi duyuyordu. Jung, bilinçaltımızın bu kısmının, ister kötü, ister toplum tarafından kabul edilemez, ister başkalarına zararlı, ister kendi sağlığımıza zararlı olsun, kendimizle ilgili bastırdığımız her şeyi barındırdığına inanıyordu. Gölgelerimiz, içimizdeki karanlığı, kendimizle ilgili gizlediğimiz şeyleri, hayatımızda deneyimlediğimiz ama asla tam olarak iyileştiremediğimiz hasarları ve tatmin edemediğimiz arzuları temsil eder.

“Burada çok güçlü bir şekilde vurgulanması gereken şey, gölgenin her türlü niteliği, kapasiteyi ve potansiyeli barındırdığıdır; bunlar fark edilmez ve sahiplenilmezse, kişilikte bir yoksullaşma hali yaratır ve kişiyi enerji kaynaklarından ve başkalarıyla bağlantı köprülerinden mahrum bırakır. Örneğin, bir kişi iddialı olmanın bencillik olduğuna inanabilir; bu yüzden hayatını başkaları tarafından itilip kakılarak ve içten içe öfkeyle dolu bir şekilde geçirir, bu da onu suçlu hissettirir. Bu durumda, iddialı olma potansiyeli ve öfkesi, gölgesinin bir parçasını oluşturur.”

Gölgeyle nasıl karşılaşılır?

Neredeyse her zaman başka bir bireye/aileye/gruba vb. yaptığımız yansıtma yoluyla gölgemize dair ip uçları bulabiliriz. Bu, başkasında hoşlanmadığım bir şey gördüğüm anlamına gelir; bu durum sürekli tekrarlanır. Örneğin, birçok insanın aslında faydacı olduğunu fark etmeye başlayabilirim. Ve onların faydacılığı konusunda eleştirel veya yargılayıcı hissetmeye başlayabilirim. Ama şansım yaver giderse, başkalarında hoşlanmadığım şeyin aslında kendi içimde mücadele ettiğim bir şey olduğunu fark edebilirim. Belki bende faydacıyımdır, aslında sadece onların eline geçen fırsat benim elime geçmemiştir. Bu yüzden de onların eline geçen fırsatı kıskanıyor ve kazançlarını kıskanıyor bu yüzden onlara öfkeleniyorumdur.

Bu yansıtmalar dışarıdaki başkalarına veya içsel rüya figürlerine; ya da her ikisine birden olabilir.

Gölgelerimiz nasıl oluşur?
Hayatımızın en erken dönemlerinden itibaren, ebeveynlerimizden ya da bize bakım verenlerden bedenimiz, duygularımız ve davranışlarımızla ilgili doğrudan ya da dolaylı mesajlar alırız. Örneğin, küçük bir çocuk ağladığında ona “büyük çocuklar ağlamaz” denirse, üzüntüsünü göstermek kabul edilemez bir şey gibi hissettirilebilir. O çocuk büyüdüğünde ağlamayı zayıflık olarak görüp üzüntüsünü bastırmayı öğrenir ve bu duygu, gölgesine karışır.

Benzer şekilde, öfkesini dile getiren bir çocuğa ebeveyninin kızıp sevgisini geri çektiğini düşünelim. O çocuk ilerleyen yaşlarında öfkesini göstermemeyi, bastırmayı öğrenir; ama bastırılan öfke kaybolmaz, içten içe gölgeye eklenir ve bazen ani patlamalarla ortaya çıkar. Daha ağır örneklerde, sevginin reddedilmesi ya da istismar gibi deneyimler, gölgeyle birlikte derin bir “terk edilme korkusunu” da taşır. Bu yüzden bazı insanlar için gölgede saklı duyguların açığa çıkması ölüm kalım meselesi gibi hissedilebilir.

Gölgemizin sadece “olumsuz” yanlardan oluşmadığını bilmek de önemlidir. Çocukken fazla hareketli ve neşeli olduğumuzda “çok abartıyorsun” denmişse, zamanla sevinç ve coşku gibi doğal duygularımız bile gölgeye itilmiş olabilir. Yani gölgemizde bastırılmış öfke ve kıskançlık kadar, sevinç, hayal gücü, yaratıcılık ve sevgi de bulunabilir.

Gölgemizi tanımak ve onu sahiplenmek, kendimizi yargılamaktan ve cezalandırmaktan yavaş yavaş özgürleşmemize yardımcı olur. Örneğin, başkalarına sürekli kırıcı davranan birinin fark etmediği şey aslında kendi bastırılmış kırılganlığını korumaya çalışmasıdır. Bu farkındalıkla birlikte kişi, başkalarını suçlamaktan sorumluluk almaya geçebilir. Zamanla, katı ve cezalandırıcı vicdan yumuşar, kişi hem kendini affetmeyi hem de başkalarına karşı daha şefkatli olmayı öğrenir. Böylece gölgemizi sahiplenmek, içsel bütünlüğe ve daha derin bir özgürleşmeye açılan kapı haline gelir.

Yazan : Merve Basut

İnstagram : psk.mervebasut

Psikolog Merve Basut
Merhabalar, ben Psikolog Merve Basut. Burada instagram hesabım olan @psk.mervebasut’ a bağlı olarak psikolojiyle alakalı blog yazıları paylaşıyor olacağım.
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Kök İnançlar ve Friends
Sonraki
Pet Parenting 101: Günlük Hayatı Kolaylaştıran Küçük Sırlar

Pet Parenting 101: Günlük Hayatı Kolaylaştıran Küçük Sırlar

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.