İnsanların gözlerindeki yorgunluğu anlıyorum ve hissediyorum. Gölgeli gökyüzü, karanlık yollar, kırılmış hevesler ve dokunan acı. Nasıl kaybolduk, nasıl kaybettik? Bir zamanlar tanıdığımız insanların sevgisi, değeri, samimiyeti nereye gitti? Bazı şeyler neden bitti? Bizden aldı ve götürdü. Şimdi geriye dönüp baksan, gözlerinin önüne ve yaşadıklarını getirdiğinde hep neden hatırlanır; izi kalmış yaralar, kırgınlıklar, yaşanmış onca güzellikler de varken, parıldayamaz mı? İnsanların iyilikleri, fedakarlıkları, emekleri nereye gider? Her birimiz nankör müyüz? Belki bazen ya da bazı kişilere öyleyiz. Bunu öğreniyor muyuz yoksa doğamızda mı var?
Merak ediyorum. Ruhumuzun hangi köşesinde saklanıyor vicdan? Ve bir kalp ne kadar körelebilir ve bazı insanlar nasıl bu kadar çirkinleşebilir? Nasıl vahşice bir insanı kanatabilir, kesebilir, öldürebilir? Gözler gördüğüne emin olabiliyor mu, akıl nereye gidiyor? Karanlık ama bazen karanlıklar bile ilham verebilir; bu hangi karanlık? Bu hangi körlük? Sadece delilik. Sözü olmayan çünkü her kelimenin bir iyiliği bulunurken, bu nasıl bir kötülük? Kurtuluşu olmayan.
Küçük sevgiyle büyüyen neşeler, ne kadar güzel. Bir kahkahanın onlarca insanı güldürmesi gibi, ince bir çizgi. Eğer birazcık daha anlayabilirsek – tüm güzellikleri göremez miyiz? Tutup ve koruyabilir miyiz? Bir çocuğun hayallerini, bir kadının güvenini, bir erkeğin inancını, bir babanın gururunu, bir annenin kıymetini, bir insanın değerini. Ah insanlar, bir canın değeri neden bu kadar az? Ne yapmamız gerek? Neyi öğrenmemiz lazım? Sadece görmek için.
Birbirimize yalan söylüyoruz, birbirimizi kandırıyoruz. Elin kanadığında, gözyaşların aktığında, nefes alışın zorlandığında hissettiğin acıyı sadece sen hissedebilirsin. Kırgınlıklarından ve düşkırıklığından ağırlaşan ruhuna, bedenine işlenen zorla yürüyen ayaklarına, bakışlarına, algılarına, doğrularına iyice bir bak – kendine nasıl davranıyorsan başkalarına da öyle davranırsın, yansıttığın bu benlik, sana nasıl biri olduğunu söylüyor. İnsanı anlamaya, kendini anlamak ile başla. Her göz bir hayatın yansımasıdır, iyisiyle, kötüsüyle, her insan bir dünyadır, örnektir. Küçücük bir gözbebeğinin içine, neleri sığdırmalı bir insan? Neleri yaşamalı?
Yaşamak için, yaşatmak için, gör. Boş bir kağıda dökülen yazıları, bir tablonun rengarenk mesajı, bir deniz dalgasından gelen ilham… Bir şarkıya dokunmak gibi, bir filmin sahnesinde – hayalinde bir tiyatroda oluşan kahkahalar ve alkışlar, eğer görmeye başlayabilirsek, görebileceğiz tüm güzellikleri. Hayatımızdan giden insanların bize neler kazandırdığını veya biz gittiğimizde onlara, iyisiyle ve kötüsüyle yaşadığımız tüm bu tecrübe, yaşamaya değmez mi? Her şey apaçık ortada değil mi? Ve her şey önümüzde değil mi? Gözlerimizin önünde…