Bugüne kadar kimsenin açık açık yalanı övdüğünü duymadım. “Yalan” kelimesine bile o kadar kötü bir anlam yüklemişiz ki, ne zaman adı geçse herkes yalanı, yalan söylemeyi, yalan söyleyeni ayıplamak zorunda hissediyor. Ama bahse varım ki şu an bu satırları okuyan sen dahil herkes hayatında en az bir kere yalan söylemiştir. Bu büyük bir yalan olmak zorunda değil. Annenin ayak seslerini duyunca gözünü kapatıp uyuyor numarası yaparsın; telefona bakasın gelmez, açar “Müsait değilim.” dersin… Söylemişsindir bir yalan. Madem belli koşullarda yalan söylemekte bir beis görmüyoruz, neden yalandan bu kadar nefret ediyormuş gibi davranıyoruz?
Yalan Mutsuzluğa Yol Açar mı?
Bu sorunun cevabı herkese en az bana olduğu kadar açık görünüyor sanıyordum ama sanırım öyle değil. Cevap aslında gayet basit. Yalanla mutsuzluk arasında bir korelasyon olduğu açıktır. Fakat iki şey arasında korelasyon olması, illa ki birinin diğerinin nedeni olduğu anlamına gelmek zorunda değildir. Mutsuzluğa yol açan şey yalanın kendisi değildir, insanın kendisine yalan söylendiğini fark etmesidir. Bize yalan söylendiği zaman değil, bunu fark ettiğimiz zaman mutsuz oluruz. Yani bu yalan tatlı bir yalansa eğer, fark etmediğimiz müddetçe fazlasıyla hoşumuza gidebilir, hatta başımızı döndürebilir ve bizi kendisine bağlamayı dahi başarabilir. İnsan, yalan olduğunu bilmediği o şeye ne kadar çok bağlanırsa, bu farkındalığa erişmenin yaratacağı tahribat da o kadar büyük olur.
Güzel Yalana Güzel Bir Örnek
İşe yarar/güzel diyebileceğimiz yalan türüne en güzel örneklerden biri kurgudur. Kısa hikâyeler, romanlar, sinema filmleri, televizyon dizileri… Hepsi birer kurgudan ibarettir. Birtakım insanlar senaryoyu yazar, birtakım insanlar kamerayı tutar, birtakım insanlar geçer karşısına rol yapar, birtakım insanlar da oturur bunu seyreder ve bundan keyif alır. Tabii bir kurgudan keyif alabilmek için geçici olarak onun bir yalan olduğunu unutmamız gerekir. Aksi takdirde kurgunun içindeki karakterlere yakınlık hissedemez, onlarla gülüp eğlenemez, onlarla oturup ağlayamayız. Kaliteli kurgu, tüketiciye kendisinin bir yalan olduğunu unutturabilen kurgudur. Bunu en iyi başaran kurgular da üreticilerine sağlam para kazandırırlar. Yani evet, yalan söyleyerek ve bunu saklamadan yaparak para kazanmak pek tabii mümkündür. Para demişken…
Önerilen İçerik: Seküler ve Muhafazakar Hayat Tarzına Objektif Bir Bakış
İcat Edilmiş En Büyük Yalan
İcat edilmiş en büyük yalan şüphesiz ki paradır. Para dediğimiz şey aslında basit bir kâğıt parçası olduğu halde, insanlık olarak kolektif bir şekilde sanki bir değeri varmış gibi yaparız. Bunu o kadar çok insan aynı anda yapar ki, bu kâğıt parçası için devletler kurulur, ekonomiler inşa edilir, savaşlar çıkar… Para insanlar arasında ayrım yapmaz, herkes için eşit derecede ikna edici bir yalandır. İnsanın cebinde ne kadar çok parası olursa, diğer insanların o kâğıt parçasına verdiği önem ve duyduğu saygıdan ötürü, bu yalana daha da sıkı sıkıya bağlanır. Cebinde parası olmayan adam, paranın kendisine söylenen bir yalan olduğunu fark eder ve bu farkındalık dayanılmaz bir tahribata yol açabilir. Paranın bir yalan olduğunu en iyi bilen adam parası olmayan adamdır. Zaten tam olarak bu yüzden “yakarsa dünyayı garipler yakar.” 🙂
Kısaca toparlayalım…
Yalan mutluluk da getirebilir mutsuzluk da. Ne kadar büyük ve ikna edici bir yalansa, getireceği mutluluk da mutsuzluk da aynı oranda büyük olacaktır.
İnsanlar bir yalana baktıkları zaman, kendi çıkarlarına hizmet eden olumlu yönlerinden memnun kalırlar ve bir süre sonra onun bir yalan olduğunu dahi unuturlar. Ama o şeyin bir yalan olduğu kendilerine hatırlatıldığı an, bunca zaman kandırılmış olmanın verdiği öfke gün yüzüne çıkar ve “yalan” en büyük düşman kesiliverir. Halbuki insan yalana değil, bu yalana kandığı için kendisine kızar.
Önerilen İçerik: Herkese Aylık 1000 Dolar Dağıtmak İsteyen Asyalı Adam: Andrew Yang