Tepedeki Köyün En Büyük Evi

Tepedeki Köyün En Büyük Evi

Tepedeki Köyün En Büyük Evi

Ağaçların arasında iki katlı ahşap ev… Yıllar önce çocukluğumda uğradığım bu mekan babamı getirdi aklıma. Giriş katında mutfak, yemeklerin odunla yapıldığı ocak, sedirler, dolaplar hatırlıyorum. Ama en önemli hatıram merdiven. …Çıkışta sağ tarafta geniş bir oda… her ince ayrıntı gözümü kapattığımda aklıma geliyor. Kocaman bir yatak bir sandık dolaplar…. O kadar doluydu ki dede ile büyük nine orada otururlar. Bayram sabahı tüm torunlar ve çocuklar odanın kapısından sırayla girerler, yatağa oturmuş olan kadının ardından, yaşlı adamın elinden öperlerdi. Bu merasim büyükten küçüğe doğru sıralanırdı. Kadın yan tarafında bulunan masadan çikolata şeker ne varsa çocuklara verirdi.

Düşünüyorum da hiç sevgi hissetmezdim bu öpüşler de. Ama şimdi tepedeki köyün, en büyük evinin bu büyük odasına neden daldım bilmiyorum.

Bu köy yolculuğunda hiçbir zaman istekli olmadım. Kardeşlerim gitmek isterlerdi ben ise ilçedeki teyzemde kalmayı tercih ederdim. Bazen hasta numarası bile yapardım gitmemek için. O yüzden midir bilmiyorum doğa ile aramda bir mesafe vardır hep. Babam yedi kardeşin en küçüğü. Köy ortamında yetişmiş ama kardeşler içerisinde okuma şansını elde eden tek kişi. Buna nasıl izin verdi dedem bilmiyorum. Gerçi babamda liseyi bitirememiş ama o dönemde ortaokul diplomasının gücü düşünülürse iyi bir başarı galiba. Bu eğitimi sayesinde kente inebilmiş babam. Bu sırada görmüş galiba annemi. İyi zamanlarında ne güzel anlatırdı. Çiçekler gönderirmiş anneme. On sekiz yaşında, ikisi de..

Dedem oğul topraktır derdi hep. Dört erkek evlada sahip bir köy ağası olarak gururlanırdı. Sevgiyi hissettirmezdi ama. Babam, amcalar çocuklarını onun yanında sevmezlerdi. Çünkü saygısızlıktı bu babamın çok gücüne giderdi bu durum. Onun gibi okumuş adam bunun yanlış olduğunu bilse de karşı çıkmazdı bu duruma. Yüksek yerde otururdu dedem, kimse onunla aynı seviyede oturmazdı.

Bize gelmişti bir gün dedem. Babamın yere oturduğunu onunla konuşamadığına tanık olmuştum. Çocuk aklımla ne tuhaf gelmişti acımıştım babama. Sesini çıkaramazdı babam. Sesinin tınısı öyle az çıkardı ki onunla konuşurken. Hep kızardım dedeme.

Yıllar sonra babama da kızdım o da yanlış olduğunu bile bile istediğim gibi sevmedi beni. Konuşmamamızın nedeni de bu olsa gerek. Ortaokuldayım mektup yazdım babama koydum cebine.

Ölünce cebindeydi mektup hiç çıkarmamış, hep cüzdanında saklamış. Şimdi kızamıyorum ona, o da öğrendiğini yaptı sonuçta. Artık kızamıyorum birbirlerine göstermedikleri, yüreklerden taşıp bir türlü yol bulamayan sevgilerin sahibi bu insanlara. Toprakla uğraşırken, toprağa verdikleri kadar birbirlerini sevemeyen bu insanların bağrında ne çok hikaye var toplumun geleneklerinde boğulan, yitip giden canlarda saklı. Keşke konuşabilselerdi toprağa konuştukları gibi. Keşke seve bilselerdi çekinmeden. O zaman ne çok hikaye kalırdı hafızalarda sevgiyle anılan..

Havanur-Susoy-Taflan
Subscribe
Bildir
1 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
COVID-19
Sonraki
Dijitalleşen Dünyamızda Yeni Bir Alan: Blog Yazarlığı
Dijitalleşen Dünyamızda Yeni Bir Alan: Blog Yazarlığı

Dijitalleşen Dünyamızda Yeni Bir Alan: Blog Yazarlığı

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.