Lise sonda iken rehber hocası beni gördüğünde çok kızardı. “Gözlerinin altı yine mosmor olmuş.” derdi. Şimdi aynadaki görüntüme baktığımda o gözler altları mor kızı görmek bana huzur verdiği için kendime kızıyorum. Çünkü lisede o kadar süreklilikten sonra beklentiyi karşılayamadım. İstedim gerçekten karşılamak için. Ancak olmadı işte. Çoğu akranım gibi aile baskısı ile bambaşka hayallerle bezeli bir tercih listesine mecbur bırakıldım. Şu an yine son yılında olduğum bölüm, en azından kendimi çok şanslı gördüğüm kısım olarak beni bir parçası olarak hissettirdi. İnsanlar sevmediği mesleği ömrü boyunca yapamaz mutsuz olur dediklerinde anlam verememiştim. İş iştir, gelen paraya bakmalı insan diyordum kendimce. Staj boyunca ne demek istediklerini anladım. Stajın ilk iki günü, süreç boyunca yapacağım iş tanımı henüz netleşmemişken, üzüntüden kafayı yiyecektim. Bunu 9 saat her gün nasıl yaparım diye. Allah’a şükür ki sonra bir parçası olabildim bu olayın. Çünkü insan sevmediği bir ortamda kendine de dışarıdan bakıyor. Ve kendimde o gözleri mor ama bunu severek yapacak insanı göremediğimde afallamıştım. Halihazırda mezuniyet durumundaki öğrenciyim. İnşallah en güzel ve hayırlı şekilde bitirebilirim. Bazen kendimi hayatı çok fazla kaçırmış gibi hissediyorum. Sadece yurtdışındaki yaşıtlarımız için değil kendi ülkemizdeki yaşıtlarım arasında da böyle hissediyorum. Mor gözlerden tatmin olmamın sebebi de bu sanırım. Ya da şu an en rövaşta oyun olan Among Us ‘ı saatlerce oynadıktan sonra yaşadığım vicdan azabı da sanırım bundan dolayı.
Hayatım kavanoz içinde bir balık gibi geçtiği için, tam özgürlük naraları attığım dönemde böyle bir salgın hastalığın çıkması da “Otur oturduğun yere. Özgürlük senin neyine. Hem bak daha fazla üzülme kimse gezemiyor.” diyerek benim pışpışlanmamı çok garipseyemiyorum. Bıkkınım. Her şeyden.
Kendimi bir turşuya benzetiyorum. Bahçeden koparıldığından beri hep bir mücadele içinde. Amacı belli. Yazın sonlarında bir bidona hava almayacak şekilde kapatılıp, üstü barlanana kadar açılmamasını, film şeridi gibi izliyorum diyebilirim. Sirkeyi çok seven biri olmam turşuluğumu desteklese de hayatta hep özel biri olduğunu düşünerek ya da bu düşündürülerek yetiştirilmiş biri olduğumdan, hep bu dışa dönüklüğümü korumaya çalışıp, beni fark edecekleri zamanı bekledim. Uzun zamandır bidondan çıkarılacağıma inancım olarak geldim bu zamanlara. Ancak artık biliyorum ki ne özelim ne bir proje bu yaşadıklarım. Uzun zamandır keyif almamak birini tanımaktan, dışarı çıkarken ayaklarımın geri geri gitmesi ve her seferinde vazgeçmem, eve gelince yine vereceğim hesabı dışarda bile düşünmemden ve elbette özel olmadığımı fark etmemden dolayı bence.
Başarısızlıkların bir bütünü gibi görüyorum kendimi. Başarısız bir proje ödevi.
İçten içe paramparçayım ancak ses olur yine başkaları rahatsız olur diye dokunmuyorum bile bu yıkıntıya. Kendimin özel olmadığını, içten içe sorunları olan, takıntılı, fiziksel ve ruhsal acılar çeken biri olduğumu bildiğimden beri hayat daha kolay sanki. Kesin hükümler verip hayatı keskin yaşamamak, sivrilmemek bunca zamandır bana öğretilen ama asla kabul etmediğim şeyleri şu an kendim yapıyorum. Dışarı çıkıp hesap vermemeyi kendime bir başarı olarak kabul etmek o kadar ağırıma gidiyor ki artık online yaşamı sanki kendim bulmuş da insanlara aşılıyor gibi davranıyorum. Sanki kendim istiyormuşum gibi. Kendi fikrimmiş gibi. Ya da giriş gelişme sonuç bölümleri olan her hevesin nasıl başlayıp biteceğine o kadar iyi kanaat getirmiş olmalıyım ki hiçbir yenilik yapmadan, sadece elimdekileri tutarak, onlara da bağlanmayarak sadece günü kurtarıyorum. Derin sessizlikler yaşayıp kendimle baş başa kalmaktan korktuğumdan, kendimi düşüncelerimle yalnız bırakmıyorum. Yardım istemeyen birine yardım etmiyorum. Kendime dert etmiyorum bunları. Kontrol bağımlısı bir manyak olduğumu da buradan kestirebiliyorum. İnce eleyip sık dokudukça ne kadar kırıcı olduğunun farkındayım hayatın. Ne kadar insanı geride bıraktığımı düşündükçe. Mutualist, doğanın içinde olan bir arkadaşlığı bile nasıl beceremediğimi sorsam mesela kendime. Uzun uzadıya düşünüp dert edinirim.
Beni yanında kendi yaşamıyla kıyasta zafer sayabilmek için tuttuğunu bildiklerime de sıkı sıkıya tutunmuş bir durumdayım. Tercih edilmediğimi bildiğim halde. Asla bunu aşmayı başaramadım. Kendisi de farkında mıdır insanların. Tadımın tuzumun kalmadığının. Anı yaşayıp sessiz bir geceyi kar saydığımın. Farkında mıdır insanlar. İçten içe böylesine yıkık olduğum bilinse keyiflenmeyecek bir dostu var mıdır başkalarının? Asıl olay zaten sadece böyle insanlar olup benden daha yıkıklar var demek değil midir?
Ya da şu an ki mutsuzluğumun mimarı olarak görüp suçlamaya çalıştığım kim varsa okları bana çevirip biz hiçbir şey yapmadık diyenler… Gerçekten bunları kendime yapmış olabilir miyim? Bunca zaman beni manyak etmeyi, kurmalı oyuncak bellemeyi, böyle bir yaşantıyı koruma sayıp, güven problemleri yaşadığım için kendimi mi suçlamalı mıyım?
Hayatın olağan akışını bana öğretmeyip, olağan biri gibi davranmadığım için beni suçlayacaklarını bilmek.
Kendim için yapmak bir şeyi. Bu nasıl bir his o kadar bilmiyorum ki. Gözlerim birbiriyle kavuşan kapaklarından su sızdıradursun, ben sakince içimi çekip yine salak gibi zamanımı bekleyeyim. Bu nasıl hissettiriyor yine biliyorum. Turşu gibi. Sertliğim gitsin, içten içe pişip mayalanayım diye kurulmuş bir proje gibi.