Oldukça zor ve çok çetrefilli bir konu, o yüzden en son söyleyeceğimi en başta söyleyip, ardından niye böyle olduğunun açıklamasını yapmaya çalışacağım. Üzülerek söylüyorum ki sizin ne bir ruh ikiziniz var ne hayatınızın aşkı sizi bir yerlerde bekliyor ne de doğru insan denilen şey mevcut. Evet yıllarca romanlarda, dizilerde, filmlerde, şiirlerde, mutlu olan çiftlerin anlatılan hikayelerinde bizlere hep farklı yansıtıldı, öyle olduğunu düşündük ya da öyle olmasını umduğumuz için söylenilenleri kolayca kabul ettik ancak ne yazık ki böyle bir şey mümkün değil.
Bir önceki yazımda kendin ol! Sözünün saçmalığını ve insanın kendisini oluşturmasının gerektiğini çünkü kendin diye bir şeyin, kendiniz oluşturmadan olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Felsefenin en zor sorulardan birisi olan ben kimim? Sorusunu kendinize sorun ve ne cevap verdiğinize bir bakın. Siz, üzerinde herhangi bir kararınızın olmadığı, size başkası tarafından konulmuş adınız ve soyadınız mısınız? Siz beğendiğiniz bir dizinin fanı olmaktan mı ibaretsiniz? Siz bedeninizden mi ibaretsiniz? Fight Club’a bağlamadan önce burada durayım.
Hobilerinizi, sevdiğiniz ya da sevmediğiniz şeyleri, kalıtsal özelliklerinizi, içine doğduğunuz toplumun kanıksanmış ahlaki kurallarını, yine içine doğduğunuz dinin bir neferi olma durumu da dahil hiçbirisi sizi tek başına anlatmaya yetmez. Çünkü yaşantınız içerisinde farklı bir inanca geçebilirsiniz, ya da bir kaza sonucu kolunuzu kaybettiğinizde, siz yine siz olmaktan çıkmazsınız. Değişmeyen kalıtsal özellikler düşünüldüğünde ise, doğuştan esmer olmanız sizi siz yapan bir şey değildir, evet sizin bir parçanız olabilir, ondan kaçamıyor olmanız da aşikardır ancak her şeyden önce öyle olmayı siz seçmiş değilsiniz.
Peki anladık da niye bunları anlatıyorsun diyenler olabilir. Sorun tam olarak şu, insanların, işte bu benim! Dediği durağan bir yapısı söz konusu değildir. Belli başlı karakteristik özellikleriniz, oturmuş bir takım öne çıkan davranış paternleriniz olabilir ancak hala bunları sayıp, ardından bu sen misin diye sorulduğunda insan içten içe bundan daha fazlası olduğunu düşünür ki öyledir de. Çünkü içlerinde çoğu şey değişebilir, farklılaşabilir.
Siz bile bu şekilde sürekli değişen bir yapıdayken, aynı sizin gibi değişen bir insanın, sizin ruh eşiniz olduğunu ve mükemmel bir şekilde birbirinizi tamamlayacağınız fikrine nasıl inanabiliyorsunuz? Şimdiye kadar 100 milyarı aşkın insanın yaşayıp öldüğü Dünya’da, senin ruh ikizinin, senle aynı zamanda doğmuş ve seninle yakın yaşlarda olması ve seninle aynı dili konuşuyor olma ihtimali, şu an satın alacağın piyangonun sana çıkma ihtimalinden çok daha az. Hatta senin ruh ikizinin henüz daha Dünya’ya gelmemiş ya da hiçbir zaman gelmeyecek bile olabilir. Çevrenizde evlenen ve çok mutlu olan çiftlere bakarsanız eğer, birbirleriyle yakın ortamlarda tanıştıklarını görürsünüz. Onca insan arasından ruh eşlerinin, aynı şehirde çıkmış olduğuna inanmak gülünçtür.
Birbirleriyle, diğer insanlarla olduğuna nazaran daha iyi anlaşabilen insanların olduğu gerçeğini yadsımıyorum. Burada karşı çıktığım husus, bir gün karşıma biri çıkacak ve ben hiçbir şekilde bir çaba göstermeden, ekstra sorumluluk alıp, sıkıntılara girmeden bana uyum sağlayan mükemmel biri olacak ve yaşayıp gideceğiz fikridir. Ne olacak yani? Bazı insanlar böyle düşünsün niye sana dert oldu ki şimdi diyebilirsiniz. Bu düşünce tarzı çok büyük sorunlara yol açıyor.
Her şeyden önce aşırı derecede ve uzun sürelerce ayrılık acısı çeken, hatta intihara kadar gidebilen süreçlerin başında bu yanlış inanç geliyor. Gerçekte olan şey, sizin anlaşabildiğiniz ve uyumlu olabileceğiniz bir insanlar kümesinin olduğu, biraz rastlantısal, biraz elinizde olan seçimler aracılığıyla bunlardan biriyle hayatınızı birleştirebileceğinizdir. Bunun böyle işlediğini bilen birisi, olur da çok iyi geçindiği ve büyük hayaller kurduğu sevgilisiyle günün birinde herhangi bir sebepten dolayı yolları ayırmak zorunda kalırsa, bunun bilincinde olarak, bu ayrılık sürecini daha kolay atlatır ve hayatına devam edebilir.
Öteki perspektiften bakarsak eğer, çok sevdiğin ve senin koca hayatta bulabileceğin tek bir ruh ikizin olan sevgilinle ayrılma noktasına geldiğinizi düşünün. Eğer gerçekten ruh ikiziniz ise niye ayrılma noktasına geldiniz o da ayrı bir şaka konusu ama bunu bir kenara bırakalım. O tek ve çok özeldi, onun gibi bir daha gelmeyecek, sonsuza kadar onu kaybedeceksiniz ve asla başka biriyle böyle bir bağ kuramayacaksınız çünkü ruh ikizi denilen şey bir tanedir. Çok acı verici bir bakış açısı ve bunun doğurduğu sonuçlar da bir o kadar vahim. Kadın cinayetlerinin en azından benim görebildiğim kadarıyla kayda değer bir kısmı, bu bakış açısına sahip hemcinslerim tarafından işleniyor. Aşırı sahiplenme, aşık olma durumunu çok yanlış değerlendirme, toksik maskülinitenin getirmiş olduğu o, artık benimsin, benim oldun, senin yaptığın her şeyin sorumluluğu benim üzerimde durumu, bir de bu ruh ikizi fikriyle birleştiğinde insana çok kötü şeyler yaptırıyor.
Üstelik bunları delikanlılık adı altında, yapılması gereken şeyler olarak görüp, düşünmeden ve hışımla gerçekleştiriyorlar. Gerçek delikanlılık artık seninle olmak istemediğini açıkça belirten birine karşı iyi dileklerde bulunup ceketini alıp çekip gidebilmektir. Benim aşkım çok başka, kolay bitmez diyorsan da sık boğaz etmemek şartıyla sorunun ne olduğunu sorup, düzeltilebilecek bir şey mi diye kontrol edersin yok kararında kesinse yine çekip gitmek düşer sana. Uzun bir maziniz olabilir, çok acı çekersin, acı çekmen de gayet normal ancak öyle ya da böyle en fazla 3 ay sonra normale dönmeye başlarsın. BAŞLAMALISIN!
Son olarak, kayıtsız şartsız, seni sen olduğun için, sadece sen olarak kimse sev-me-ye-cek. Anne sevgisi dahi, baskın hormonlar ve bir takım iç ve dış etmenler sonucu, istemsiz oluşan bir şeydir. Biz erkekler ne yaparsak yapalım, annemiz tarafından hala sevileceğimizi kesin olarak biliriz. Sevgiyle ilk tanışmamız burada gerçekleşir ve bu özel ancak bir daha asla bulunmayacak olan sevgiyi, dışarıda aramaya koyuluruz. Ardından bizi böyle sevdiğini düşündüğümüz bir kadının artık istemiyorum, bitirelim sözünü çok büyük bir ihanet olarak görüyor ve kendimize sindiremiyoruz. Oysa o ilk tanış olduğumuz sevgi, özel ve eşi benzeri olmayan bir sevgidir, anne sevgisidir. Bunun farkına varmak, ilişkilerinizde bunu göz önüne alarak devam etmek gerekir.
Sevilmeyi sadece anne sevgisi şeklinde olacağına inanırız. Oysa ne biz bu şekilde bir sevgiyle birini sevebiliriz ne de bu şekilde bir sevgiyle biri bizi sevebilir. Nietzsche’nin de dediği gibi sevdiğiniz şeyleri düşünün, biraz daha derine indiğinizde, esas sevdiğiniz, o şeylerin kendisi değil, onların sizin içerinizde oluşturduğu duygular olduğunu göreceksiniz.
Sevgi karşılıklı olarak sorumluluk almakta, tolerans göstermekte, birtakım zorluklara karşı birbirinizi destekleyerek beraber göğüs germekle oluşan, zaman isteyen, yavaş yavaş kök salan bir bağdır. İlişkiler esasında bir yatırım işidir ve iki taraflı olmasıyla ancak sarsılmaz ve uzun ömürlü olur. İlk baştaki heyecanla, sadece kendinizin yatırım yaptığı bir ilişkiyi bir yere kadar ayakta tutabilirsiniz, bu heyecan mutlaka bitecektir. Böyle tek taraflı bir ilişkiyi erkenden bitirmeye bakın. Konudan sapmaya başladığım için yazımı burada bitiriyorum. Aşka ve bilhassa platonik aşk konusuna bilerek girmedim çünkü o ayrı bir hastalık ve tek başına bir başlığı hak ediyor.