OSMANLI’DA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

Kaynak belirtilmedi

Devlet-i Aliyye-i ʿOsmâniyye sadece cihad özelliğiyle değil aynı zamanda kültürel özellikleri ve medeniyetiyle de dünyaya damgasını vurmuş bir cihan devletiydi. Kimi zaman etrafından etkilenmiş kimi zaman da etrafındakileri etkilemiş  ve birçok etnik yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nde ramazan ayı nasıl geçerdi ? Unutulan o eski geleneklere ve o dönemdeki sosyal yapıya gelin birlikte bakalım.

ZİMEM ( VERESİYE ) DEFTERLERİ

Ramazan ayında zengin kimseler esnaf dükkanlarına girerek “Zimem” defterini isterlerdi. Evvele borcunu ödeyemeyenler tespit ediliyor ve onun borcu kapatılıyordu eğer böyle bir kişi tespit edilemezse ödeyecek kişiler defterin başından, sonundan ve ortasından rastgele sayfaları açıp “Silin borçlarını, Allah kabul etsin” diyerek tüm borçları öderlerdi. Borcu kapatan ve  borcu silinen kişiler gizli kalırdı.

MAHYACILIK 

Ramazan deyince ilk akla gelen şeylerden birisi de camileri süsleyen mahyalardır. Mahyaların tarihsel geçmişi 16.Yüzyıla kadar dayanmaktadır.

İki minareli camilere asılan mahyalar, ilk olarak Bayezid ve Fatih camii’nde kullanıldı. Ramazan ayında insanları iyi ve güzele davet eden ibadete çağıran hadisler ve güzel sözler yazılırdı. Gecenin karanlığında teravih namazları boyunca parlayan mahyalar insanları motive etmekteydi. Mahyaların yanması için içlerine dökülen kandiller iftardan teravih namazına kadar yanardı. Mahyacılık çok zor bir meslekti, günümüzdeki gibi elektronik ortamlarda yazılma imkânı bulamayan mahyaların hazırlanması ve asılması, epey uğraştırıcıydı. O dönemden  mahya örnekleri; “Ya Gâni, Ya Mabut, Ya Kâfî”, “Ya Şehr-i Ramazan”, “Ya Kerim”, “Allah”, “Bismillah”, “Elhamdülillah”, “Merhaba”, “Merhaba Ya Şehr-i Ramazan”, “Gufran Ayı”, “Safa geldin”, “Elveda” 


 

DİŞ KİRASI

İlk olarak Fatih Sultan Mehmet zamanında Sadrazam Mahmut Paşa tarafından başlatılan bu gelenek Osmanlı halkının ne kadar kibar ve nahif olduğunun bir göstergesidir. Halk iftar saatlerine yakın bir zamanda sokak kapılarını açık bırakır ve evlerine sokaktan geçen herhangi kimsenin girerek kendi sofralarında iftar yapmalarına vesile olurlardı. Yemekler yenir ve o hepimizin bildiği ramazan şerbetleri başta olmak üzere ünlü Osmanlı şerbetleri ikram edilirdi. Anlamı ise; ‘’Evimize geldin, soframızı bereketlendirerek yemeklerimizden yedin ve bize sevap kazandırdın” demekti. Bu gelenek asırlar boyunca devam etmişti.

 

HUZUR DERSLERİ

Ramazan aylarında padişahın huzurunda yapılan tefsir derslerine “Huzur Dersleri” denirdi. Ramazan ayına ve Osmanlı sarayına has olan bu dersler sayıları 7 ile 15 arasında değişen muhataplardan oluşurdu. Mukarrir ders anlatır, muhataplarsa ders konularını usulünce dinleyerek tartışmaya açardı. Bu tartışmalar genelde Kadı Beyzâvî Tefsiri üzerinde olurdu. Önceki dönemlerde de yapılan Huzur dersleri, Sultan III. Mustafa döneminde gelenek haline getirilmişti. Bu dersler, Ramazan ayında pazartesiden perşembeye, öğle namazından ikindi namazına kadar yapılır, ikindi namazından sonra padişahın hareme çekilmesiyle son bulurdu. Huzur dersleri son Halife Abdülmecid dönemine kadar devam etmişti.

 

OSMANLI’DA RAMAZAN AYI GELİNCE NASIL BİR ATMOSFER OLUŞURDU ? 

Osmanlı Devleti ramazan ayının diğer müslüman ülkelerden farklı bir şekilde yaşamış ve kendine has bir hayat tarzı haline getirmişti. Bu özel ay İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun birçok bölgesinde şaşalı bir şekilde yaşanmıştı. Ramazan ayı boyunca normal hayat hızlanır ve sokaklarda farklı bir canlılık yaşanırdı.Bu ayı Osmanlı’nın içinde geçiren seyyahlar Bu ne hoş bir aydır, konukseverlik, hoşgörü ve bereket ayıdır” diye tanımlamışlardır. Tüm bu çalışmalar ve gelenekler ile  Osmanlı, Türk gelenek ve göreneklerini, Türk estetik zevkini kullanarak oruç ibadetini halkın zorlanmadan, eğlenceli bir şekilde yerine getirmesini sağlamıştır. Fakirleri incitmeden sevindirme, hoşgörü, yardımlaşma ve kardeşlik duygusu çok yoğun bir şekilde yaşanmış ve bu sayede , diğer din mensuplarına da kutsal halkaya dâhil olmaları yönünde çağrılar yapılmıştır. 

RAMAZAN AYINDA İSTANBUL 

Hilal görünce bir kereliğine mahsus top atılırdı. Teravih namazı yalnızca camiilerde değil bazı konaklarda da cemaat ile kılınıyordu. Konaklarda kılınan teravih namazları için sesi güzel imamlar işe alınıyordu.  Ramazan ayında birçok devlet erkanı ve ulema sınıfının önde gelenleri konaklarında iftar yemekleri düzenlerlerdi. Davet listesi aylar öncesinden hazırlanırdı. Bu iftar yemeğinde ise devletin bazı sorunlarını konuşur istişare edilir, ilmi ve edebi sohbetler yapılırdı.

Bu ayda padişah tebdili kıyafet ile halkın arasına daha çok inmeye başlamış ve esnafın narh fiyatlarına uyup uymadığını, ekmeğin gramajının eksikliğini, halkın tenbihnamelere uyup uymadığını denetlemiştir. Osmanlı Devleti’nde devlet erkânına bu ay da maddi sıkıntı çekmemeleri ve daha fazla hayırda bulunmaları için  maaşlarının bir bölümü Ramazan’dan önce verilir , ‘Bayramiyye’ ya da ‘Ramazaniyye’ adı ile çift maaş ödenirdi.

Ramazan ayının ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilirdi,o gün hiçbir gazete basılmazdı. ikinci gününden itibaren tüm memurlar çalışmalarına yine aynı şekilde devam ederlerdi. Bu çalışma sırası için yeni bir nöbet cetveli düzenlenir, bu düzenlenen cetvel çalışma yerine asılırdı. Ramazan ayı kışa denk geldiğinde günler kısa olduğundan dolayı resmi daireler sadece gece açık tutulurdu.

Ramazanda menülere farklı lezzetler eklemek için komşulardan  tarifler alınırdı. Özellikle Doğu ve Güneydoğu hanımlarından bol yağlı ve etli yemeklerin tarifleri bir tarafa not edilir, pastırmalı kıyma, içli köfte ve çeşitli dolmalar sunulurdu. Söğüş, et, soğuk pilav, pestil ezmesi sahurun ana yemekleriydi.  Osmanlı’da  pide önemli bir yere sahipti. İftar sofralarının en önemli çorbası ise işkembe çorbasıydı. Hindi derisinden bile çorba yapanlar görülmüştür. İşkembe çorbasına o kadar rağbet vardı ki iftara az bir zaman kala  kâselerini alıp işkembeci dükkânına koşanlar hatta nöbete kalanlar bile görülmüştür. Çorba ile başlayan iftar yemeği genellkikle et yemeğiyle devam ederdi et yemeğinin yanında ikram edilen pilav çoğunlukla hakiki pirinç ile yapılıyordu. 


RAMAZAN BAYRAMINA HAZIRLIK SÜRECİ 

Osmanlı’da Ramazan bayramına  ‘’Iyd-i Said-i Fıtr‘ denilirdi. ‘Ramazan ayı sadece oruç ayı değil yılda yalnızca bir kez yaşanan ve herkesi sevince boğan bir zaman dilimiydi. Halkta  “Çok şükür on ay kaldı” diye bir ay daha yaklaşmanın sevinci olurdu. Bayrama günler kala orta halli hanımlar Bayezid çarşısına gider ve ihtiyaçlarını alırlardı. Alınan kumaşlardan bayramlık elbiseler dikilirdi. Gelin ve damatlara dönemin en pahalı hediyeleri seçilir, beyler için fesler alınırdı. Alınacak tatlılar genelde erkekler tarafından seçilirdi. Bayram öncesi evler ve bahçeler temizlenir börekler ve baklavalar açılırdı. Harçlıklar keselere konur, bekçiye ve davulcuya verilecek bohçalar özenle hazırlanırdı.Bu bohçalar haremden selamlığa verilirdi. Selamlıktan da hareme mukabele olarak un kurabiyesi yollamak adettendi. 

Bayram günü çocuklar için meydana salıncaklar kurulurdu. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar çocukların en büyük neşe kaynağıydı. Horoz şekeri, elmaşekeri, sütlaç  çocukların en sevdikleri arasındaydı.  Kısacası; Osmanlı toplumunda ramazan kadar bayramların da özel bir yeri vardı. Toplumsal dayanışma, birlik ve beraberliği artırmanın yanı sıra dargınları barıştıran bayramlar toplumsal alanda adeta köprü görevi görmekteydi.

 

Ayşe Olgun
📨 ayyseolgun@gmail.com
Önceki
Pratik ve Lezzetli İftar Menüsü Fikirleri
Sonraki
Yaşanmayan Aşklara: Kavuşamayan Sevgililer

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.