Size iki farklı sahne yazacağım. Sizce hangisi olmalı?? Olgun insan farkını görelim.
SAHNE 1: Karşılıklı iki insan. Biri ayakta ve sinirli. Diğeri kanepede sakince oturuyor. Ayaktaki, diğerine bağırıyor.
“Böyle bir laf olmaz. Öyle demeyecektin. Nasıl bunu söylersin? Bundan sonra seninle konuşacak, paylaşacak bir şeyim olamaz!” deyip, öfkeyle kapıyı vurup çıkıyor.
Oturan kişi kendini savunamadan, sessizce ardından bakıyor. Üzülmüyor, sinirlenmiyor. Ama konuşma hakkı verilmediği için suskun. Kendi kendine, kapıya bakarak konuşur.
“keşke beni dinleyip de öyle gitseydin. Sana ‘gitme’ demezdim. Sadece hangi ruh hali ve hangi yaşadıklarımdan dolayı öyle cümleler kurduğumu açıklayabilirdim. Birileri sana hakkımda kötü bir şey mi söyledi, onu bile bilmiyorum. Bir şey anlatmadan, sözlerimle beni suçlayıp, savunma hakkı vermeden gittin. Seni kaybetmiş olabilirim. Bundan korkmuyorum. Hayatımda kalması gereken kalır. Bana değer veren, söz hakkı da verir zaten. Dinlemediğine üzüldüm.”
Sessizlik
SAHNE 2: Karşılıklı iki insan. Biri ayakta ve sinirli. Diğeri kanepede sakince oturuyor. Ayaktaki, diğerine bağırıyor.
“Böyle bir laf olmaz. Öyle demeyecektin. Nasıl bunu söylersin? Bundan sonra seninle konuşacak, paylaşacak bir şeyim olamaz!” diyor ama öfkeyle odanın içinde dolaşırken, orada kendisinden başka birinin daha var olduğunu yeni fark etmiş gibi, oturanın yanına geliyor. Daha sakinlemiş bir halde. “Neden böyle dedin? Ne oldu sana böyle? Sen bu tür laflar edecek biri değildin. Neyin var? Söylenmemesi gerekeni söylüyorsun. İyi misin?”
Oturan mahcup bir şekilde başını öne eğiyor. “Haklısın. Özür dilerim. Hatalı davrandım. Bunları dememeliydim”
Onun bu yaklaşımı, sinirli olanı biraz daha sakinleştiriyor. “Peki neden? Ne oldu da böyle sana yakışmayan laflar ettin? Benim bildiğim sen, böyle şeyler diyecek biri olamazsın.”
“Kafam dağınıktı. Sıkıntılarım vardı. Bir şeyler ters gidiyordu. Yanımda birinin varlığına ihtiyaç duyduğum, zorlu konuları kendi başıma halletmeye çalışıyordum. Ters giden şeylerden dolayı birilerine kızdığım için baktığım her şeye çatıyordum. Hiçbir şeye iyi gözle bakamıyordum. Hep sorun arıyor, bir şey beğenmiyordum. Yalnızdım. Sıkıntıdaydım. Kimseye bir şey diyemeden sorunları çözmeye çalışırken arada öyle saçma sözler de sarf ettim. Ne dediğimi sen bana söyleyene kadar fark etmedim bile. Söyledim geçtim. Sonra ben de kendi kendime ‘Öyle denir mi? dememeliydim’ dedim ama sana da bir şey diyemedim. Özür dilerim. Sözlerimi geri alıyorum.”
Kızgın olan iyice yumuşamış bir halde, diğerinin ellerini avuçlarına alır. “Sorunun neydi? Ben de sana neler yaşadığını sormadan, suçladım. Kusura bakma. Sinirlendim birden. Senin için yapabileceğim bir şey var mı? Sözlerini geri almandan memnunum tabi ben de senin sorunların olabileceğini düşünmedim. Bu da benim hatamdı. Her şeyi düzeltip, bunca yılın dostluğunu bozmadan yola devam edebilir miyiz?”
Anlamlı bakışmalar. Özür ve mahcubiyet.
“Geçti bitti. O zorlukları şimdilik hallettim. O ara vardı. Teşekkür ederim teklifine. Şimdi daha iyiyim. Anlayışın için sana minnettarım.”
“Seni kırdığım için ben de yaptığımdan pişmanım. Senin kadar ben de hatalı sözler söyledim sana. Ne olduğunu bilmeden suçlayıp, gidiyordum az kalsın.”
Sarılırlar ve perde kapanır.
Şimdi siz söyleyin bakalım? Olması gereken hangisi? Neden böyle sinirli ve suçlayıcı olduk hepimiz? İnternette ne sözler okuyorum, hepsi öfke dolu. “ Gitmek isteyen gitsin, kapım açık. Kimsenin sıkıntısını çekemem. Ben değerliyim” filan.
Tamam. Herkes değerli. Hepimiz, hayatın akışı içinde sıkıntılar, dertler, acılar, zorluklar yaşıyoruz. Ama neden karşımızdakinin de sorunları olabileceğini düşünerek yardım eli uzatmıyoruz?
Unuttuk değil mi? Eskiden yardım eli uzatmak diye bir tanım vardı. Neden şimdi yardım etmeden, kesip atıp, yargılıyoruz. Elbette bir ilişki yürümeyecekse yürümeyecektir. Biteceği varsa biter. Ama bu zamanda zaten zor kurulan arkadaşlıklar, dostluklar, neden birkaç dakika içinde sonlandırılır?
Kankim, ağır bir kalp ameliyatı geçirdi. Bir ay hastanede yoğun bakımda kaldı. Koah hastalığı da var. Akciğerdeki sorunları yüzünden beynine de pıhtı atmıştı. Son konuşmamızdan bir öncekinde “kardeşlerim mal paylaşımı yapmak için ölmemi bekliyor” deyip, sigaraya başladığını söyledi. Ben de kızdım. Eşime de sigara içmesini yasaklamıştım ama o da beni dinleyip, boyun ameliyatından sonra sigara içti. Dört senedir bu dünyada değil maalesef. Çok seviyor olmama rağmen beni kendinden yoksun bırakıp, gitti.
Kankime de aynı sözleri söyledim. “İçme” dedim. Beni engelledi. Yazmıyor. Cevap vermiyor. Üzgünüm. Otuz yıllık arkadaşlığı bu kadar çabuk bitiriyor.
Yanında olmak, konuşmak istiyorum. Üzülüyorum. Görmek, sarılmak ve ona güç vermek istiyorum ama o, ilk sahnedeki gibi her şeyi kesip attı. Benim “sigara içme. Kardeşlerini sevindirme” demem yüzünden, kapı yüzüme kapandı.
Bunu geçen hafta on dört yıldır tanıdığım (ya da tanıdığımı sandığım) bir arkadaşım da yaptı. Oysa ben ona daha o gün ne kadar güzel sözler söyleyip, yanında olmaya çalışmıştım sıkıntılı günlerinde. O ise, beni konuşturmadan kapıyı yüzüme kapadı. Kankim gibi beni engelledi. Neden herkes anlaşılmayı beklediği kadar karşısındakini de anlamaya çalışmaz? Benim hayatım mutluluk dolu ve sıkıntısız mı geçiyor? Yanınızda olmayı istediğim zamanda neden beni sözlerimle, kendinizden mahrum ediyorsunuz?
İkinci sahnenin gerçekleşeceği, iyi kalpli dostlarınız olsun. Sizin onu anladığınız gibi onun da sizi anlayıp, yanınızda olabileceği iyi insanlara çıksın yolunuz.
Herkes kalbindeki kadar iyilikle ödüllendirilir. İyiyseniz iyi şeyler yaşarsınız. İyi olun.