HEY!!! BEN GELDİM Kİ!!!
Unutulmadınız hem de hiç ama dünya dertleri bilirsiniz işte…
Bu süreçte hem doktor hem yazar olan bir hanımefendiyle tanışma fırsatı buldum, aslında bakarsanız eseriyle tanıdım onu. Zaten birinin yazılarını okumak aslında bir nebzede olsa o insanı bir tarafa geçip dinlemek, onu tanımaya çalışmak değil midir? Merak etmeyin onu sizlerde yakından tanıyorsunuz, ”Kırmızı Oda” ile tanıdınız onu belki de ” Camdaki kız” ile. Evet evet Gülseren Budayıcıoğlu!
Ne diyordum dünya dertleri değil mi! Hayatın sesi adlı kitabında öyle güzel kişiselleştirmiş ki yazar hayatı gelin bakalım ne demiş, bu arada kitabın içeriğinden bir alıntı değil, kitabın kapağından bir alıntı, hani merak edip okumak isterseniz belki diye spoiler vermiyorum J ;
“Bütün güzelliğine ve ihtişamına rağmen, hayat huysuz ve bencildir. ”O kadar haklı ki ve o kadar güzel yorumlamış ki bu cümleyi. Tam her şey mükemmelken hayat sana göz kırpar cilvesini yapar, ben buradayım der hatırlatır kendini. “Mücadeleden hiç vazgeçmeyenlerin dereleri güneşte pırıl pırıl parlayarak akar” diye de eklemiş yazarımız. İnanın hayat sizi yoruyorsa, sürekli bir şeyler için emek verip karşılığını alamıyorsanız bir derin nefes alıp ,”Hayatın sesi” adlı kitabı okuyun derim.
Ben kendime, kendimize mükemmel olmayı yakıştıramamıştım. Daha hayat sınamadı ki beni diyordum onca verilen sınavı hiçe sayarak ,çünkü bitmişti ya, çünkü geçmişti, çok uzun zaman olmuştu ya ,yakıştıramadım işte ben…. Bakıp bakıp şükrederken bile ruhum korkuyordu ya bir şey olursa diye.. Dedim ya mutluluk bile korkutuyormuş beni meğerse…
Kitapta bir danışmanın hikayesi beni çok etkiledi ne derseniz deyin geçmişinizde belki sizin bile bilincinizde olmadığınızı sandığınız şeyleri, bedeniniz kaydedip kaderinizi belirliyormuş meğer. Geçmişimde sorun yok değil geçmişimde yorumlayamadıklarım çok diyeceksiniz bu hikayeyle.
Meğer ne çok yara almış ruhum, bedenim. Peki ben 25 yaşında biri olarak hayatıma birini almayı hakkediyor muyum hadi diyelim hakkettim, peki ama benim sarmaya, onarmaya korktuğumu bir başkası mı saracak, ki kaldı ki kişinin kendisine sadece kendisi yardım edebilir… Herkes çok mu iyi belki hayır! İyi olursam ben ilk kendimi onarırsam sadece bana kötü olanı değil, bana iyi olanı da tanır görürüm. Kaldı ki kimseye ihtiyacım yok, ihtiyacın yok. Yaşadığınız hiçbir şeyi hafife almayın, sadece kabul edin ve mücadele etmeye başlayın, gerisi galiba çorap söküğü gibi gelecek.
Şimdi sizi başka bir yazarımızla tanıştırmak istiyorum, kendisi kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi nedeniyle intihar etmiş bir yazarımız. Kendisini sizde tanıyorsunuz adı “Stefan Zweıg”. “Satranç” adlı eseriyle tanıdım kendisini. Ustaca dili ve betimlemeleriyle deyim yerindeyse ağzım açık okudum kitabı. Peki bu yazarımız bana ne kattı;
Beynin gücünü anlattı önce bana. Neyi yapabileceğini büyük ustalıkla gösterdi, gösterdi diyorum çünkü inanın beynimde somutlaştı anlattıkları. Sanki bana şunu anlattı ya da belki ben anlamak istediğimi anladım bilmiyorum. Satranç hayattı sanki. Satrançla oynarken ustaca hamlelerini yaparken bir sonraki hamleni ya da rakibinin hamlesini tahmin ederken , hatta bu olayı abartıp rakibin yine kendin olursan hayalle gerçek arasında sıkışıyorsun. Hayatta böyle değil mi, hayatla yarışmaz mıyız, ne yapacağımızı hayal ederken bulmaz mıyız çoğunlukla, planlarken(okulunu, yaşayacağın evini, seçeceğin eşini, gideceğin doktor) hesapların içine sıkışmaz mıyız kimi zaman. Strese sokmaz mı bu durum bizi, anlık uykuya dalınca ee ben şimdi ne yapıyordum demez miyiz uyanınca. Demem o ki düşün ama yerinde ve yeterince. Fazlası için direnme, hayat öyle ya da böyle akıp sana bildiğini yapıyor zaten. Gerçekle hayal arasında sıkışıp kalma, hayal kur, gerçeğini de aklının bir ucunda tutup hatırla daima!
BENDEN BU GÜNLÜK BU KADAR.BU ARALAR ARISTOTELES,”AFORİZMALAR” ADLI KİTAPTA KAYBOLUYORUM.BAKALIM BU ESER BANA NE KATACAK? PEKİ SİZ İSTER MİSİNİZ DEVAMI GELSİN Mİ KİTABIN İÇİNDE NELER BULUYORUM?