Böyle bir mola olur mu demeyin, en güzel molalardan biri aslında.
Fark ettim ki gün içinde sürekli insanlarla olmaktan, bir şeylerin peşinden koşturup endişe duymaktan o kadar sıkılmışım ki beynim mola ısrarlarında bulunma gereği duymuş. Duymuş duymasına da ben onu karantinadan önce pek kulak asıp dinlememişim.
Karantina süreci boyunca hepimiz evlerde yeri geldi ailemizle yeri geldi kendimizle baş başa kaldık. Bu zaman zaman sancılı bir tanıma süreci oldu. Bu sancılar başımızı kaldıramadığımız tüm o yoğun uğraşlarımızdan alınıp kuzu kuzu koltuklarımıza oturtulduktan sonra başladı. Çünkü aklımızda büyük bir soru vardı:
Uğruna koşup durduğum şeyler olmayınca ya da kendimi bütünleşmiş hissettiğim insanlardan uzakta ben kimim? Kısacası aradan nesneler, yerler ve zamanlar çıkınca tek başıma özne halimle yüklemimi tamamlayarak bir cümle ediyor muydum?
Başlarda bir cümle edemedim. Böyle basit, sıkıcı tatsız tutsuz cümle mi olur dedim?Beni tamamlayan tüm o yerler ve insanlar olmadıktan sonra emziğini ağzından düşürmüş bebeklere dönmüştüm.Ağlıyor, kaybettiği şeyin farkında ama eğilip de alabilecek omurga düzeneği yok.Omurgasız mı yaşamıştım bunca zaman yani?
Çok ilginç.
Daha da ilginci geliyor.Omurgasız olmak o kadar da kötü bir şey değil aslına bakarsan. Neden mi? Çünkü en hızlı evrimleşip en iyi adapte olan grup onlar da ondan. İlkel diyoruz ama bizim savaşabileceğimizden çok daha ekstrem koşullarla yüzleşiyorlar. Biz kariyer mi yapalım, bu doğru insan mı, hayatım istediğim gibi mi sorularını sorarken onlar çoktan yol almış oluyor.Kendilerinden emin ne yapacaklarını bilerek.
Bizim sıkıntımız da burada başlıyor. Hepimiz, kovanına çomak sokulmuş arılar gibi oraya buraya kaçıp etrafımıza iğnelerimizi savurmaya çalışıyoruz. Hal böyle olunca etrafımızda kimseler olmayınca da o iğneleri acımadan kendimize saplayabiliyoruz. Bir acele etme hali üzerimizde. Her şeyi bir an önce yapalım derken de aslında hiçbir şeyi tam yapmamış oluyoruz.
Çocuk gelişimciler çocuklarınızın sıkılmasına izin verin, sıkılmadıkça yeni düşünceler üretemezler der. Bence bu çok doğru. Biz yetişkinler için de geçerli bu.Sıkılma hissi duymadıkça bir CEO tarzında hissettiğimiz, ‘Ama çok meşgulüm, zamanım yok’ dediğimiz bir hayat içerisinde yuvarlanıyoruz. Farz edin ki şirketiniz battı ve arkasında saklandığınız o süslü kalıplar artık yok. Bunlar yok ama bu sefer de bolca zamanınız var. Ünvanlar, sıfatlar olmadan çıplak bir siz var. Tıpkı çocukkenki gibi.
Geçen bir yazıda da okumuştum.Bir psikolog bu karantina sürecini çocukluk zamanlarımıza benzetmişti. Nasıl güvende hissetmediğimiz zamanlar ailelerimize sığınıyorsak bizler de evlerimize sığınmıştık. Ve nasıl küçükken tek derdimiz hayati yaşamsal gereklerimizse karantinada da önemli olan şeyler hayati temel ihtiyaçlarımızdı. Ben buna ek olarak sıkılmayı ve sıfatsız (çıplak) olmayı ekliyorum.
Toparlayacak olursak belki de çoğumuzun böyle bir molaya ihtiyacı vardı.Durup düşünebileceği, acele etmeden fark ederek olaylara yaklaştığı,çıplak haliyle tanışıp onu olduğu gibi kabul edebildiği ve çocukluğuna döndüğü bir mola anına…
Unutma
Tek başına cümle edebilmeyi öğren, öğren ki aradan yerler ve nesneler çıkınca bile bir anlam ifade et. Çok gelişmiş, zeki bir canlısın ama yeri gelince omurgasız olmayı bil. Bazen kendinden emin şekilde işe dalmak ve diğer olasılıkları düşünmemek çok daha rahat kılacak seni. Hem ekstrem koşul da neymiş dersin. Sıkılmana izin ver. Sıkılmadıkça yeni şeyler üretemezsin.Hem kendinle arkadaş olmanı gerektirecek nadide anlardır bunlar.Sıfatlardan, tüm o CEO’luğundan sıyrılıp çıplak kaldığın anların olsun. Sadece hislerin ve düşüncelerin sana elbise olabilsin. Çocukluğu yaşamının bir evresi olarak bitmiş geçmiş bir şey olarak görme. O da bir duygu. İçinde var olan bir duygu. İçinde olanı bil ve ortaya çıkar.
Ve en önemlisi molalar ver.Hayat acele etmek için çok uzun, kaçırmak için çok kısa.