Daha önce böyle bir başlıkta yazı yazmıştım gazete köşe yazarlığı yaparken. Sonra o yazılardan seçme birkaç tanesi toplanıp üçüncü kitabım AYNA’yı oluşturmuşlardı. Şimdi yeniden bu başlıkta yazıyorum. Aradan seneler geçti ve benim yazdığım o iki yazı arasına birkaç yaş daha eklendi.
Yaş mevzusuna yenileri eklenirken hayatımızda neler değişiyor neler? Yaşadıklarımız güzel mutluluklar ve sevinçler oluyorsa ne ala! Mutluluk değil de üzüntülerle edinilmiş deneyimler oluyorsa… İşte o daha bir güzel. Boşuna geçmiyor onca sene. Size öğrettikleri var demektir.
Yaşlanmak hepimizin ömrü olduğu sürece başına gelecek kaçınılmaz bir son. Vademizin doluşu yetmişli, seksenli yaşlara kadar sürecekse eğer, hepimiz kırışıklarla ve aklarla dolu saçlara sahip bireyler olacağız. Ne güzel. Doğal bir değişim sürecini yaşayabilmek de güzel.
Geçen yıllara acılar, üzüntü ve olaylar eklendiğinde hayatın yaşattıklarından ders de alabiliyorsanız ne mutlu size. Deneyim kazanmak, hayatın anlamını öğrenmek sizi ilerleyen yaşınızda daha da huzurlu kılacaktır. Yaşamın size öğrettiklerinden ders alabilenler huzurlu, uyumlu, sakin insanlar oluyorlar.
Neden? Çünkü onlar hayattaki gereksiz ve anlamsız ihtirasların, yarışların, kendini ispatlama ve üstün gelme hırslarının ne kadar boş olduğunu anlıyorlar. İnsan hastane odalarına düşmeye görsün.. Ya da mezarlık ziyareti yaparken taşların üzerindeki doğum tarihlerine, yazılanlara, hayat hikayelerine bakabilseler ne çok şey değişirdi aslında.
Gözünüze çok görünen işler, eskidiğini düşündüğünüz eşya ve giysiler bile güzel geliyor insana hastane ve mezarlıklarda. Kısıtlanmak, istediğini yapamamak ve birşeylerin bittiğini görmek insanın hayata farklı gözle bakmasını sağlıyor.
Önce ben meme kanseri ile mücadele edip, ardımdan eşim de dil kökü ve boyun kanseri ile savaşmak zorunda kalınca hayata bakış açımız o kadar değişti ki… Kırkımı geçince daha sade ve sakin düşünmeye başladığımı zannederken, şu son iki sene hastanelerde geçip de yaşam öyküsüne şahit olup, sonradan aramızdan ayrıldığını öğrendiğimiz kader arkadaşlarımız bize ne dersler verdiler ne dersler..
Zaman içinde her birini ayrı başlıklar halinde yazmaya çalışacağım. Şimdilik eşimin ve benim kanser savaşçısı olarak yazılar yazacağımızı ve bizi empati yaparak anlamayı denemenizi istediğimizi bilmeniz yeterli gibi. Damdan düşenin halini damdan düşenin bile anlamadığı bir dünyada bunu nasıl anlarsınız bilmiyorum ama.. Ben ilk kitabım AYTÜL (yeni adı). BEZ BEBEK (eski adı) de engelli olmadığım halde engelli zannedilecek bir roman yazmıştım. Belki siz de bu kitabı okumanız lazım. Okurlarım beni AYTÜL sandı. Değildim ama bu hayatta hiç birimizin “ben öyle olmam” deme garantisi yok. Bizleri nasıl bir geleceğin beklediğini bilmeden yaşıyoruz günleri. Biz de kanser olacağımızı düşünmezdik. Ailemde kalp ve şeker hastaları olduğu halde hiç kanser hastası yoktu ama ben oldum. O kemoterapi sürecinde yaşadıklarımın bana öğrettiklerini yazacağım size.
Şimdilik kısa bir mesaj ile bu yazıyı sonlandırıyorum.
Hayatınızı yarına çıkamayabilir ya da bir gün bir engelli olabilirmişsiniz gibi yaşayın. O zaman bazı şeyler size şimdi olduğu gibi değerli ve önemli görünmeyecek. Eskileriniz, eviniz, işiniz bile güzel görünecek. Ya şimdiki gibi olmasaydınız? Ya sizi kısıtlayan hastalığınız ya da engeliniz olsaydı?
Hayat güzel. Kimin ne dediği ya da dolapta olmadığını düşündüğünüz ayakkabı ya da kazak için üzülüp ağlamakla zamanınızı harcamayın. Olanlar da sizi mutlu etmeye yetecektir. Düşünün.
Her geçen günün ve yılın yeni yaşınıza güzel mesajlar katması umuduyla..
Sahi siz kaç yaşındasınız?
Yaşadığınız yıl mı belirliyor yaşınızı? Yaşadıklarınız mı?
Düşünün.