“Dünya bir devlet olsa, başkenti İstanbul olur.” Demişti Napolyon Bonapart. Belki de bu sebeple yüzyıllardır tüm medeniyetlerin tarihinde kuvvetle rol oynamış, görkemiyle ve sihriyle insanları kendine hayran bırakmıştır bu şehir.
Biz de, 29 Mayıs 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in yönetimini alıp, İstanbul’u bizlerin, medeniyetinin en canlı kenti yapması vesilesiyle bu şehrin ne kadar güzel ve canlı olduğunu hatırlayacağız bir kez daha.
İstanbul’un Hikâyesi
1600 ihtişamlı yıl boyunca birden çok medeniyete başkentlik yapmış bir şehirdir İstanbul. Bütün bu medeniyetler de hüküm sürdükleri dönemde dünyanın en kuvvetli devletlerine sahiplerdi. Bu sebeple İstanbul hep ihtişamın da başkenti oldu. Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve elbette Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’u hakkıyla yönetmiş ve onurlandırmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başkenti Ankara olsa da İstanbul, kültür ve medeniyet başkenti ünvanından hiçbir şey kaybetmemiştir.
İstanbul, Asya ve Avrupa kıtasını birbirine bağlayan köprü ve aynı zamanda Afrika kıtasına da yakınlığıyla bu üç kıtanın birbirine böylesine yakın olduğu bu noktada adeta bir altın bölge konumundadır. Bu sebeple kuvvetli bir siyasi/stratejik önem de taşımaktadır. Yani adaları, Boğaz’ı ve şehrin tüm ihtişamı ile hem güzel, hem de değerlidir İstanbul.
İstanbul’un Manevi Kıymeti
İstanbul pek çok medeniyetin özgürce nefes aldığı ve yuva bildiği bir şehirdir. Bu yüzden manevi ağırlığı vardır ve muhtemel ki bu medeniyetlerden gelen, onların devamı olan topluluklar için de çok değerlidir.
Aynı zamanda İslamiyet’in peygamberi Hz. Muhammed’in de şöyle bir hadisi olduğu rivayet edilir: “Kostantiniye (İstanbul) elbette feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Bu hadis de elbette bir İslam Uygarlığı olan Osmanlı Medeniyeti için oldukça önemli bir teşvik, oldukça güzel bir motivasyon kaynağı ve şüphesiz oldukça güzel bir de tebriktir. İşte bu sebeple de İstanbul, adeta bir ödül ve ona sahip olmak bir güç gösterisi haline gelmiştir.
Şimdi İstanbul
Şüphesiz İstanbul hala tüm medeniyetlerin hem tarihine hem de bu gününe imrenerek baktığı, insanların kısa hayatlarında bir kez olsun görmek istediği şehirlerin başında gelmektedir. Bunun en önemli sebebi, dünyanın neresinden gelirlerse gelsinler kendi uygarlıklarından ve kendi kültürlerinden bir parçayla muhakkak karşılaşacak olmalarıdır. İstanbul’un ruhu kendisini görmeye gelenleri içine çekip adeta büyülü bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Ve ne ilginçtir ki aynı zamanda İstanbul, herkesin kendine ait bir şey bulabileceği bir şehir olmakla beraber aynı anda birbirine belki de en zıt kültürleri yan yana ve kardeşçe atmosferinde barındırmaktadır. Her ne kadar bazen İstanbul’u yöneten veya İstanbul’da yaşayan insanlar bu zıtlıkların ortaya çıkardığı mükemmel, eşsiz eseri görmezden gelseler de İstanbul şehri başlı başına bir birey olarak dimdik ayakta ve bu farklılıkların yarattığı güzelliği de her zaman damarlarında taşıyor.
İstabul İçin Bir Ağıt
Ne kadar inkâr edersek edelim her şehirin bir ruhu var. Her şehrin aynı insanlar gibi karakterleri, ruh halleri, güzel ve kötü yanları var. Ve her şehir siz ona nasıl davranırsanız aynı üslupla cevap veriyor size. İşte tüm bu sebeplerden bazen İstanbul’a bakıp ona yeteri kadar iyi davranıp davranmadığımızı düşünmeliyiz.
İnsanlık tarihinin bu topraklarda yattığının, İstanbul’un her sokağının, her sahilinin bir tarihi belge olduğunun bilincinde miyiz? Onu yeterince onurlandırıyor muyuz? Karış karış gezip, onu tanımaya çalışıyor muyuz? Ailemize ve yuvamıza sahip çıkar gibi sahip çıkıyor muyuz tahrip etmeye çalıştıklarında?
Buna biz değil, sizler cevap verin. Ama cevap verirken kulaklarınızda Lamartine’in şu sözleri yankılansın: Dünyaya bir kez bakmak zorundaysan sadece İstanbul’a bak!