Gözlerin içindeki parıltılar sevgiyi taşımıyor artık. Bencilce olan arzuları, karmaşık olan hissizliği, sürekli yarım kalan güven arayışını taşıyor. 8 ve 10 hafta süren kısa ilişkiler; daha birbirlerini tanımadan uzaklaşmaya dayalı ani kararlar ve ardından kaçıp kovalanmaları meydana getiriyor. İlişki hakkında neler biliyoruz? Arkadaşlık hakkında neler biliyoruz? Başkalarının davranışlarına ve yaşadığı ilişkilere dayanarak önyargılar oluşturuyoruz. Bilgi ve empatiyle harmanlanan eksiklik yaşıyoruz. ‘Seni seviyorum’ cümlesine karşılık, sevgimizi mi seviyoruz yoksa karşıdan gelen karşılıktan dolayı oluşan sevgiyi mi seviyoruz? Sevgimizi sevmeliyiz. Çünkü birine karşı oluşturduğumuz arzu, sevgi, ilgi bizim sorumluluğumuzda olandır. Hiçbir kişiden tam olarak aynı oranla sevgiyi, ilgiyi ve arzuyu eşit şekilde karşılık alamayız; böylelikle bunun beklentisinde de olmamalıyız. Sevdiğimiz zaman o kişiye dünyaları vermek gibisinden gelen istençlik aslında bir nevi kurtarılmayı bekliyor oluşumuna, seni uyandıran, seni bütünleştiren bu hisler seni kendi gerçekliğinden uzaklaştıran bir tehlike. Sevgi içinde arzu barındırıyorsa bunun adı sevgi değildir. Çünkü arzuyla birleşen aşk; aşkı öldürerek onu bencilleştirir. Hepimiz birer arzunun kölesiyiz. Sevilmekten çok bencilce arzulanmayı bekleyen, sevmiyorsa yanımda olsun, karşılık olmasa bile benim sevgim ona yeter diyerekten; bir körelmenin içindeyiz. Sevgi gerçekte yanlışı düzeltir, sorunu çözer, özgürleştirir ve anlamlaştırır. Peki sevgi son dönemde neden zarar veren, hayatlarımızı altüst eden, karmaşık bir duygu haline geldi? Çünkü onu doğrusuyla bilmiyoruz. Sevmek katlanmak, üzerine gitmek, onu körelircesine sahiplenmek değil, sevgi hem seni ve hem karşındakini özgürleştiren bir duygu olmalı. Gözlerin içindeki parıltılar sevgiyi değil; hüsranı, esiri, melankoliyi, mağduriyeti taşıyor. Sevgi olmayınca nefret doğmaz, nefrette sevgiden gelen bir duygudur. Sevgi olmayınca sevgisizlik olur. Sevgiyi bulamıyor olmamızın nedeni de bu. Kendini sevmeyen, sevgiye sahip olmayan, bilemeyen bir kişi sana sevgi olarak ne verebilir? Çoğumuz karanlık arzularımızın, bencilliğimizin vermiş olduğu sahiplenme modundayız.
Ne istediğimizi bilmiyoruz. Karşımızdaki kişiyi değiştirmeye çalışıyoruz. Kıyafetinden tutun size olan davranışlarına kadar gösterdiğimiz titizliği kendimize gösterebiliriz. Çünkü kurtarılmayı isteyen kişi sevendir sevilen değil. Seven kişi farkında olmasa da karşındaki kişiyi olduğu gibi kabul etmiyor. Sevdiğini söylerek aslında aklının derinliklerinde bambaşka birini yaratmış ve o yarattığı kişi ise karşındaki kişiye dönüşmesini istiyor ve belki de farkında olmaksızın bunu bilinçaltında istençlikle duyuyor. Çünkü etrafımızda gördüğümüz tanık olduğumuz ilişki modeli bu; aynı ilişki modeli bizim önyargılarımızı da oluşturuyor. Kıskançlık kadar saçma bir şey yoktur. İnsan sevdiğini kıskanmamasının nedeni de onu sahiplenme arzusuyla beslendiği için yaşadığı bir kaybetme korkusuna da sahip; ama gerçekte birbirimize sahipte olamayız. İlişki, bir nevi anlayış çerçevesinde büyümeye devam eder. Büyür ve kocaman bir dairenin içinde hapsolursunuz, bir kubbenin içindeymiş gibi kubbenin duvarları sizi tüm şekilde korur. İlişki aynı zamanda sizi iyileştiren, bu hayatın vermiş olduğu zorluklara karşı size motivasyon kaynağı olmalıdır. Birbirini anlayan, birbirinin varoluşuna yardım eden iki kişi kadar gerçeklik yoktur; bu durum paha biçilemezdir. Sizi ölümünüze kadar yanınızda olan, sizi olduğu kabul eden, sizi hep desteklemiş olan bir kişiyi düşünün; ister arkadaşınız, ister hayat arkadaşınız. İlişki sadece birbirini seven aşık olan iki kişi de yoktur. Arkadaşlıklar, dostluklar, kıymet bilen akrabalıklar da ilişkidir. Peki ya gerçekten de; ilişkilerin sonuna mı geldik?
Akrabaların, ailenin, arkadaşlıkların vermiş olduğu hüsran nedendir? Neyi paylaşamıyoruz? Neyi göremiyoruz da birbirimizi itiyoruz, kenara atıyoruz? Gerçek şu ki artık herkes kendisiyle ilgileniyor. Eskilerden bilinen saygı sevgisizlikte eridi bitti. Dayıların, teyzelerin, amca veya halaların vermiş olduğu bu yükümsüzlük; değer, saygı, toplumsal sevgiyi eritti. Küçükler bilmiyorsa; büyüklerin öğretmemesinden değil midir? Sevgi artık modernizmde bencillik olarak gelişti. Eğer kim kime fayda sağlıyorsa onun yanında, eğer faydası kesiliyorsa bir elveda ile uzaklaştırıyor kendisinden. Menfaatçılık sevgi ve saygının önüne geçti. Çünkü çoğumuz sahiplenme duygusuna köreldik ve ki bu farklı bir ironiyi oluşturuyor; çoğu zamanda sahip olduklarımızın farkında bile değiliz, şükretmiyoruz da. Hep daha fazlasını, daha iyisini istiyoruz. Paylaşmıyoruz. Aşıklar gibi değiliz; gözlerdeki kederi göremiyoruz, anlamıyoruz, doğayla bütünleştiremiyoruz, şiirleri ve şarkıları anlamıyoruz. Hep acı tarafından bakmaya çalışıyoruz hayata, çünkü biraz mağduruz, esiriz, zavallıyız çünkü ya biri bize elini uzatıp kurtaracak ya da bir başka bize yol gösterecek; neden kendi kendimizin el göstereni olamıyoruz? Neden sevemiyoruz? Neden doğru ve iyi şekilde gerçekten sevilmiyoruz? Çünkü bilmiyoruz. Bilsekte bildiğimizi paylaşmıyoruz.
Bazı uzun süren evlilikler anlaşmazlıklardan dolayı sona eriyor. İnsanın kendi içinde biriktirmiş olduğu duygular ve hisler zamanla uzun sürmüş olan saygı ve sevgiyi köreltip evliliği de sonlandırabilir. İnsan tamamen ilişkinin mağduru ve aynı zamanda fedakarlığı olurken; tek istediği şey anlayıştır. Birbirimizi anlamadığımız bu çağda tek bir şeyi istiyoruz kendimiz olabilmek.