Üzülmesini istememek ne zamandan beri suç sayılıyor? Ancak onu gözünde fazla ilahlaştırırsan, ondan yücesini bilmez ve görmezsen, ağlaması sana zayıflık, hastalık hatta büyük bir hata olarak gelecektir. İnsan, ağlar da.
Lakin bugünkü ses tonu neydi öyle? Bir an durup onu kollarımın arasına almayı o kadar istedim ki, yapabilsem doğruca ona gider, hiç bırakmayacakmış gibi sarılırdım. Sesi kalbime sıkılan bir kurşun gibi dağladı beni. Arsis, ben daha fazla beklemek zorunda kalmaktan bıktım. İstemediğim bir yerde zorla çalışıyorum zaten. Ne olurdu bıraksaydım burayı ve gidebilseydim yanına? Ah, bizden kendini üstün sanan otoriteler de insan değiller mi? Neden daha adil ve saygılı topluluklar kurmak yerine birbirimizin kanında yıkanıyoruz. Bundan büyük bir keyifle bahseden, gücü elinde olanın ötekini hiç düşünmeden, sanki yolda yürürken yanlışlıkla ezdiği karıncaya ne kadar üzülürse o kadar üzülen bir tavrıla sana, bize eziyet eden o yüksek mertebelerdeki insanlar, ne zaman değişecekler gerçekten? Ne yapmak gerekiyor? Akıl almaz formalitelerden başka bir şey tanımayan, bilmeyen insanlardan mı medet umacağız? Benim onun yanına gidebilmemi sağlayacak her bir yasa ve evrak sırf bazı kendini beğenmiş ve hatta abartısız olarak kendini tanrılaştıran o aşağılık çamur ruhlu kalleş herifler yüzünden değil midir? Niçin bu kadar çabuk kabullenebiliyor insanlar bu durumı, ta en başından belliyken?
Arsis, düşüncelerim çok bulanık. İçim acıyor. Işığını kaybetmiş çiçekler gibi, gözleri oyulmuş bir boğa gibi, petrole bulanmış balıklar gibi şaşkın bir mutsuzluk içindeyiz. Şaşkınlığımızın kaynağı da şüphesiz ki cahilliğimizden geliyor. Sanki geçmişte örnekleri olmamış gibi, sanki her kötülüğü sadece biz yaşamışız gibi asil ve işe yaramaz bir tavır takınmasak, kendimizi bu kadar farklı ve bencilce düşüncelerle önemli görmesek, herkesin insan olduğunu ve herkesin acı çektiğini gerçekten anlayabilsek şuan kim bilir hangi konumda olurduk?
Ben artık bazı şeylere katlanmaktan yoruldum. Sürekli kendimi anlatma çabası içinde çırpınmayı çoktan bıraktığım gibi, severek yaptığım işleri de çoktan bıraktım ve bundan pişmanım. Pişmanlığım ise onları asla eskisi gibi geri kazanamayacak oluşumdan mıdır yoksa onlara gerçek önemi vermediğim için midir bilmiyorum. Bildiğim tek şey, onlarsız yapamayacağım ama onlarla da hayatımı idame ettiremeyeceğimdir. Kararsızlığım benim tuzağım, ayağıma doladığım bir halat, yürümemi ve geleceği kurgulamamı engelleyen bir duvar.
Artık bu duvarı yıkmak, biraz cesaret ile sınırlarımın dışına çıkmayı istiyorum. Ama çok yorgunum. Son anlarını yaşayan yaşlı bir beygir gibi olduğum yerde dayanmaya çalışıyorum. Ölmek üzereyim Arsis, ölmek üzere.