İnsan yaşayabilmek için tutunacak bir dala ihtiyaç duyuyor. O dal yoksa da, içindeki yaşama isteği ve umudu, o dalı resmen yaratıyor. Bu bir illüzyon. Bir nevi akıl oyunu, aklının insana oynadığı bir oyun.
Akıl bazen çare arar. Bir çıkış yolu. Çıkmaza girdiğinde psikoloji devreye girer ve insanı olmadık durumlara itebilir. Bunun farkında olan çok az insan vardır. Aslında farkında olmak da, iyi mi kötü mü tartışılır. Bazen farkındalık yorar, bazen durumları anlayamamak…
İnsan kendi aklını, fikrini, isteğini, arzusunu anlayamaz bazen. İçine girdiği o ilüzyon yanıltır. Gördüğü ile anladığı bir olmaz. İşte tam o an doğru, doğruluğunu yitirir. Ama zaten o an insanın aradığı şey “doğru” değildir. Sadece bağlanmak için bir şeylere, mutluluğa, huzura, sevince, iyi olan herhangi bir şeye, tutunacak bir sebep, bir dal arar.
Benim bir dala ihtiyacım vardı, aklım, fikrim, kalbim birini seçti, kendine bir çıkış yolu, bir dal yarattı. Kendi kendime tutundum, tutunmaya çalışıyorum, hiç olmadık, hiç olmayacak, başka türden bir ağaç dalı bu sefer. Hatta başkasının ağacı. Bir başkasının gölgesinde yeşerdiği, çiçek açtığı, nefes aldığı bir ağaç. Bense çok kıyıdan köşeden bir yabancı gibi gelip dalın en ucundaki yaprağa tutunmaya çalışıyorum. Yaprak elimde, koptu kopacak, parmak uçlarımda, öyle hassas ki… ama başka çarem yok. O dalı bırakırsam ben kaybolacağım. Yaşarken kaybolacağım, varken kaybolacağım, yokken kaybolacağım, nefes alırken kaybolacağım, ağlarken kaybolacağım, gülerken kaybolacağım, bakarken kaybolacağım, görünmeden kaybolacağım… O yüzden şimdilik sadece kendi kendime, sessizce dalı tutmaya devam edeceğim.
Söz! En başta kendime söz. Bir başkasına ait dalı koparmayacağım, bir başkasına ait ağacın altında yeşermeyeceğim. Bir başkasının ne gölgesini, ne de onu yeşerten güneşini çalmayacağım. Kendime söz!
Şimdi buna farkındalığın faydası mı demeli, bilmiyorum ki…