Siyahtı gözleri, dipsiz bir kuyu gibi, kara kapkara, geceden bile kara, başınıza gelebilecek bütün kötü şeyleri hatırlatacak kadar kara. Uzun ve griydi saçları doğasına aykırı bir şekilde. Birbirine zıt şeylerin onda yaşadığını sezerdiniz dışarıdan, yüzünde yaşanmışlıkların izleri vardı. Dudağında kan kırmızısı ruj, elinde sigarası, oturuyordu kafede. İçerisi sıcaktı bu daha da hoşuna gitmişti. Aslında soğuk değildi hava ama o her çalışmaya geldiğinde içinde bir titreme hissederdi.
Geriye bakıp düşünmeye başladı. Yaşananlar birer vazgeçiş miydi yoksa birer kaybediş mi? Erken mi pes etmişti, peki vazgeçmeden devam etse nereye kadar gidebilirdi? Ya şimdi, yeniden bir şans verilse, eskisi gibi düşünmek, eskisi gibi hissetmek ister miydi, yeniden başlamanın sonsuz şefkatine sarılmak, uçsuz bucaksız gibi gelen çimlerde birlikte oturmak, gülmek, güvendiğin birinin omzunda hıçkıra hıçkıra ağlamak. O Pink Floyd şarkısını dinlerken yaşadığını hissetmek. En derinden gelen hisler evet onlar ne olacaktı? Zordu arada bir yerde kaybolmak. Kendi arafını yaşamak… sıradanla iç dünyan arasında sıkışıp kalmak. İçinde farklı maceralar, bitmek bilmeyen rüyalar, nasıl devam edeceğini merak ettiğin öyküler, trajikomik hatta garip bile denilebilecek espriler olsa da dışına yansıtamamak, günlük hayatın rehaveti, konuların yüzeyselliği, gerçekten kendin hakkında hiçbir şey paylaşamadığın ortamlarda kaybolmak, eğlencede aramak kaçışı… Bir yerde çok fazla kalmak sorundur, sürekli gitmek de. Kimi insanlar güneşin hep aynı yönden doğmasını ister sabahına. Acıları bile bilindik olsun, tanımadığı sokaklara pek uğramasın hisseder. Kimisi de alışmıştır gitmeye, son bir kez elini sallayıp doğru dürüst veda bile etmeden çekip gitmeye.. Şimdi hazır mıydı yeniden bu ikilemlerde boğulmaya, gidip gelmeye…
Birden masaya garsonun gelmesiyle irkildi, evet sütlü bir kahve söylemişti. Son zamanlarda çok yaptığı gibi dalıp gitmişti yine ama şimdi iş zamanıydı… Grafik tasarımcıydı aslında bir zamanlar, çeşitli karikatürler çizmiş, çeşitli markalarla çalışmış, reklam ajanslarına gitmişti. Ama hiçbir yere ait olamama hissi bir çığ gibi sürüklemişti onu orada da… Uzun bir dönem çalışası gelmemişti, sanki çocukluğundan beri gurur duyduğu yaratıcılığı yarı yolda bırakmıştı onu. Neyse demişti o da, neyse devam etmeliyim. Kendine uyabilecek, ilgisini çekecek, en azından yaşadığını hissettirecek yeni bir hobi edinmişti. Sonra bunu pazarlayıp iş hayatına dahil etmişti. Ve şimdi bir nevi özel günler danışmanlık yapan, çeşitli fotoğraflardan sunumlar ve anılardan paylaşımlar yapan biri olmuştu. Kendi dünyasında kaybolmaktansa başkalarının yarım kalmış ihtimallerini değerlendirmek daha iyi gelmişti. Yaşadığını hissettirmişti, en azından hazırladığı sunumdakilerden daha çok yaşıyordu nefes almak sayılırsa…
Elinde tuttuğu albümü yavaşça inceledi. Buradaki fotoğraflardan birkaç tanesini seçip özel bir günde paylaşılacak hem güzel hem de melankolik bir sunum hazırlayacaktı…Bir anma günü içindi… Önce yüzeysel bir şekilde çevirdi sayfaları, sonra yanındaki gözlüğü taktı ve her bir fotoğrafın açısına, çekildiği yere, insanların yüz ifadelerine odaklandı. Birinde karanlık çıkmıştı fotoğraf, birinde yüzlerine vurmuştu güneş. Kiminde gülüyorlardı yarını hiç düşünmeden, ki bu sahte gelmişti kadına. Aynanın karşısında normal biriymiş gibi gülümseme denemeleri yaparak geçirdiği zamanı hatırladı ve tezattır ki inceden bir tebessüm kapladı yüzünü, nelere çaba sarf etmişti. Neyse odaklanmalıydı, yaptığı her işe özen gösterirdi, sevmek, sevilmek, anmak, belki kimi pişmanlıklarını fark etmek bir polo kağıda sıkışmış birkaç anıdan fazlasıydı. Evet sahteydi çoğu gülümseme, içten pozlar yoktu, insanlar eskisi gibi birbirine sarılmıyordu, andan çok nasıl göründüklerine odaklanıyordu çoğu zaman ama hey artık yeni dünya da böyle değil miydi…
Ve oradaki her şey tüm güneşli anılar gibiydi…
Kaç saat geçtiğini bilmeden zaman akmıştı yine. Önündeki yarısı içilmiş soğuk kahve fincanına baktı, sonra başını kaldırdı, hava biraz kararmaya başlamıştı. Ama önemi yoktu harcadığı zamanın, başka bir dünyaya, başkalarının o an ne yaşadığını tahmin etmeye çalışmak onu hep mutlu etmişti. Hayal etmişti evet, oradaki karakterleri, acaba ilk kim kime seni seviyorum demişti, ilk ne için ağlamışlardı, en büyük pişmanlıkları neydi, tartışmaları olmuş muydu, geceleri uykuları kaçmış mıydı, gün içerisinde sebebini bilmedikleri bir sızı sarmış mıydı kalplerini…Bütün bu duyguların arasında geçen üç saatin sonunda birkaç manzara fotoğrafı ile birlikte çeşme başında sarıldıkları samimi bir fotoğrafta karar kılmıştı. Evet belki kendisinden istenen tam olarak bu değildi ama hazırladığında çok iyi görüneceğini biliyordu, o böyleydi, her şey birkaç detayda biterdi, işi önemsediğinizi, uğraştığınızı hissetmeleri yeterliydi. Ve zaten hatırlanmaktı çoğu zaman istekleri müşterilerin veya unutulmamak….
Birden önüne konan bir bardak çay ve beklemediği bir soru ile irkildi:
–Pardon, sizi daha önce de gördüm burada, fotoğraflarla ilgileniyordunuz.
Başını kaldırdı, daha önce de birkaç sefer gördüğü garsonu gördü. Yirmilerinde sevimli kumral bir kızdı karşısındaki. Belli ki biraz çekinmişti yanına gelirken ama yine de merakı bir adım öndeydi.
–Evet grafik tasarımcıyım aynı zamanda fotoğraflarla da ilgileniyorum.. dedi.
–Aaa çok güzel, ben de yakın zamanda evleneceğim. Güzel bir albüm çekimi ve fotoğraf sunumu yaptırmak istiyorum, görüşlerinizi almak istemiştim…..
–Üzgünüm dedi siyah gözlü kadın birden genç kızın sözünü bölerek.
–Üzgünüm kızım, çok gençsin..
Ve içinden ekledi, bu fotoğraflardakiler çoktan öldü.
Hesabı ödeyip kalktı yerinden, bu kafeyi hep sevmişti ama bu son gelişi olacaktı belli ki…
Yazarın notu; öncelikle okuduğunuz için teşekkürler, buraya bu metni yazarken dinlediğim ve size de önereceğim Pink Floyd şarkısını bırakıyorum, yeni dünyalara gitmek isterseniz birebir…
” The grass was greener
– Çim daha yeşil oldu
The light was brighter
– Işık daha parlaktı
With friends surrounded
– Arkadaşlarla çevrili
The nights of wonder
– Merak geceleri “