ESKİDEN NE İDİK, ŞİMDİ NEYİZ?

            Çok değil, bundan 20-30 sene evvel birbirimizin neyiydik ve neler diyorduk, neler yapıyorduk hiç düşündünüz mü? Benim bugün aklıma birden bire “kanka” sözüyle ne düşünceler geldi yazayım da siz de düşünüp, yorumlayın bakalım.

            Bizim çocukluğumuzda kan kardeşliği vardı. Daha büyüklerimizden görüp öğrendiğimiz gibi, en yakın arkadaşımızla kan kardeşi olabilmek için parmak uçlarımızı kanatır, sonra iki arkadaş parmaklarımızı birbirine sıkıca yaslar, kanlarımız karıştığında kan kardeşi olmuş olurduk. Kan kardeşi olmanın anlamı; her şeyini, her oyuncağını, her sırrını, üzüntünü, her kitabını, günlerini, saatlerini o en sevdiğin arkadaşınla paylaşabilmek ve onun hatalarını hoş görüp, kızgınlığında sakin davranabilmek, kırgınlıklara uzun süreç tanımadan barışabilmek demekti.

            Sonra ‘kankardeş’liği gitti “kanka”lık geldi. Bu da belki iki hecesi kan kardeşi kelimesinin hecelerinden oluşmuş gibi görünse de içeriğinde ilkine oranla daha çok güzel şeyi paylaşmak ama yük olacak, sıkıntılı, masraflı, zaman alan, eziyet veren, sabır gerektiren şeylerden uzak kalmak anlamını taşıdı. Birlikte yiyip, içmek ve gezmek güzeldi de, zor günlerde yanında olmak, ihtiyacı olduğunda destek çıkmak zor ve sıkıcıydı. Olabildiğince kötü hallerden kaçıp, iyileri paylaştık. Tartışmalarımız güçlü olunca ya da bir sevgili bulunca sırf sevgili hatırına, o istedi diye yıllara dayanan arkadaşlıkları bile dinlemeyip, “kanka”larımızla bile barışmayı, görüşmeyi düşünmeyecek derecede küskünlükler, kopukluklar yaşadık.

            Eskiden ‘sevgili’ idik, ‘yar’idik, ‘canan’ idik. Şimdi dile dolanmış ama gerçek anlamından uzak ‘hayatım, aşkım’ sözlerinin yanında ‘buffy’ olduk, ‘darling’, ‘honey’, ‘manita’, ‘dalga’, ‘boyfriend’ olduk. İlk sözcüğe oranla daha yapay, daha dayanıksız ilişkilerimiz oldu. Artık her şeyi daha kolay elde ediyor, aşk acıları çabuk unutuluyor, gidenin yerini kısa zamanda yenileri alıyordu. “Her gideni kafama, her geleni koluma takmam” diyece kadar umarsız olduk. Yediğimiz yiyecekler gibi tatsız, zevksiz ilişkiler yaşamaya başladık. İçimizden ne derece güçlü sevilmek ve aşık olmak isteği geçse de aldığımız da verdiğimiz de birbirimize taktığımız isimler kadar yavan ve geçici, değersiz, yüzeyseldi.

            Eskiden ‘erkek adam’dık, ‘hanım hanımcık’ kadınlardık. Erkekler verdikleri sözde durmayı bilir ‘erkek sözü’ demenin anlamına uyacak adamlar olurlardı. Kadınlara her zaman öncelik tanır, yer ve yol verirlerdi. Kadınlar da her ne kadar kararda asıl etkili kişi olarak çaktırmadan eşlerini yönetiyor olsalar da erkeklere son sözü söyleme hakkını verecek kadar saygılılardı erkeklerine, eşlerine, babalarına. Eskiden dinlerdik. Şimdi karşılıklı konuşuyor, bağırıyor ama dinlemiyor ve anlaşamıyoruz.

                  Özel hayatımız bile tv, internet ve gelişen teknoloji ile eskisinden farklı seçim ve zevklere yöneltti kadınla-erkeği. Değişiklik, yenilik, heyecan çekici ve cazip gelirken bir kişiye bağlı yaşam sürmek demode sayılmaya başlandı. Nikahlı olmak sadece hamile kalmış kadının doğacak çocuğuna kimlik çıkarmayı kolaylaştırır oldu. Oysa eskiden bir nikah, ömürlük sevgili olmanın anlaşması sayılırmış. Boşanmak ayıp, kavga etmek, erkeğe diklenmek saygısızlık ve ahlaksızlık gibi görülürmüş. Birlik, anlaşma, uyum için iki tarafta mücadele verirmiş. Şimdi ise her şeyde olduğu gibi ‘eşitlik’ adı altında her durumu iki cins de yapıyor, kimse kimseyi sevmeyi-saymayı bilmiyor. ‘gittiği yere kadar!’mantığı ile başımızdan savıyoruz hayatımıza girmiş insanları. Hepimiz aynı şeyleri yapıyoruz ama farklı davranış görmeyi bekliyoruz. Hiç birimiz beklediğimiz davranışı sergilemeyi bilemiyoruz.

            Ne eşe, ne aileye, ne öğretmene saygı duymak yok. Eskiden saygılıydık. Şimdi duyarsız. Eskiden öğrenirdik, ders çalışırdık. Şimdi sınav atlatacak kadar ezberci ama süslü, boş kafalı ;okumayı değil gezmeyi, harcamayı, sevgili edinmeyi sever gençler oluşturduk.

            Sevgi yok, bilgi yok, ilgi yok. Hormonlu gıdalar gibi tatsızlaştı yaşam. Gelecek yıllarda ne oluruz, onu da siz düşünün.

            Eskiden ne idik, şimdi neyiz? YALNIZIZ!

Dans Eden Kelimeler
Bale Sanatçısı, yönetmen Kağan Can Odabaşı ile eşi Editör, kitap yazarı Ayşegül Toker Odabaşı olarak yaşadıklarımızı, yaşam denen sahnede karşımıza çıkanları sizlerle paylaşmak istiyoruz.(Böyle diyerek başladık ama maalesef ben Ayşegül, tek başıma sürdürmek zorundayım. Eşim artık bu boyutta değil.)
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Erken Çocuklukta Oyunun Önemi
Sonraki
KEŞKE HER ŞEY DÜNKÜ KADAR GÜZEL OLSAYDI

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.