İdeal bir başlık seçimi değil elbette, fakat çoğu insanın günlük yaşamlarında duyduğu veya söylediği bir kalıp haline gelen bu cümle, anlamı itibariyle basit görünse bile, bana göre sosyolojik etkileri küçümsenen bir cümledir. Şimdi bir varsayımda bulunalım;
Varsayalım ki bir fikriniz var ve bu fikri çevrenize danışmak istiyorsunuz. Danıştığınızda, eğer cevap olarak ‘Saçma sapan konuşma’ cümlesini duyarsanız, fikriniz ne siz ne de başkası tarafından sonsuza kadar hayata geçemeyecek. Thomas Edison, ortağı Thomas Watson ile ampulü icat etmeyecek, ENIAC asla hayata geçmeyecek, Alan Turing Enigma kod sistemini çözmeyecekti.
Ne demek istediğimi anladığınız konusunda artık hemfikiriz. Tabii bu cümlenin farklı varyasyonları var.(Tuhaf tuhaf, garip garip vb.) Buna rağmen, her varyasyonun da insanların yaratıcılıkları üzerinde büyük tahribata yol açtığı aşikar. Kim bilir nasıl fikirlerden, nasıl buluşlardan mahrum bırakıldık. Belki de, küresel felaketler olan açlık krizi, yoksulluk, kadın-erkek eşitsizliği, ırkçılık, gelir adaletsizliği gibi konularda çözüm sağlayacak fikirler ve hareketler, o fikirleri/hareketleri başlatacak insanların çevreleri tarafından engellendi, gerçek olamayacak gibi göründü ve en önemlisi de, çevrelerinin egolarına yenildi.
Tabi çevrelerine rağmen büyük fikirlerini hayata geçirmiş, hareketlerini başlatmış insanları es geçemeyiz. Mahatma Gandi, Martin Luhter King Jr. gibi insan hakları savunucularının büyük başarıları, Tim Berners-Lee, Henry Ford, Nikola Tesla ve Albert Einstein gibi büyük mucitlerin hayatlarımızı değiştiren icatlarının dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Fakat şu soruyu sormadan edemiyorum, tüm insanlık aklına gelen iyi fikirleri cesaret edip hayata geçirebilseydi, dünya daha iyi bir yer olmaz mıydı ?
Bana göre, bu sorunun cevabı kesinlikle evet olurdu. Dünyamızı yaşamaya daha elverişli hale getirecek fikirler, insanların egolarının, kıskançlıklarının, kötü niyetlerinin ve küçümseyici bakışlarının yarattığı umutsuzluk rüzgarında savrulup gitti. Peki, bu sorunla baş edebilmemizi sağlayacak çözümler neler olabilir ?
Descartes, Ruhun Tutkuları adlı kitabında umut ve kıskançlık üzerine şöyle bir tanımlama yapıyor; ‘Arzu edilen şeyi elde etmenin ne kadar mümkün olduğunu gözden geçirdiğimizde, bunun gayet mümkün olduğunu gösteren şey bizde umuda yol açarken, pek imkân dahilinde olmadığını gösteren şey de bizde bir tür kıskançlık olan kaygıya yol açar.’ Yani, öncelikle yapmamız gereken şey, her şeyin mümkün olduğunu aklımızdan asla çıkarmayıp yolumuza devam etmek ve imkan dahilinde olmadığını düşündüren tepkilere de kulak asmamak olacaktır. Diğer insanların düşüncelerini kontrol edemeyiz ve kontrol edip edemeyeceğimiz şeylerin farkında olmak, bireye gerçek özgürlüğünü sağlaması yolunda ilk adımı atabilmesini sağlar.
Amor Fati
Alman düşünür Friedrich Nietzsche, kadere duyulan sevgi olarak dilimize çevrilebilecek bu felsefesinde, kişinin başına gelen olayları ne kadar kötü olursa olsun kabullenmeyi, kaderini içselleştirmeyi ve kendini sevmeyi öğretir. Bununla beraber, her şeyi pasif bir şekilde kabullenmek yerine başımıza geleni, sevmediğimiz bir yanımızı olumlamanın mutluluğun anahtarı olabileceğini anlatır. Bu felsefe, insanın yaratıcılığının körelmesine sebep olan pasif kaderciliğe engel olurken, aynı zamanda kabullenmeyi öğreterek kontrol alanınızın dışında olan şeyleri düşünerek vakit kaybetmenizi önler.
Rosenthal Etkisi
Bir diğer adıyla Pygmalion Etkisi, bireyden beklenenin hayata geçmesi olarak özetlenebilir. Öğretmenlerin öğrencilerinden beklentileri, anne ve babaların çocuklarından beklentileri, patronların çalışanlarından beklentileri olumlu olduğu takdirde beklenti bulunan kişinin davranışının olumlu olacağı, aksi durumda ise olumsuz olacağını kanıtlayan bu çalışma fikirlerin hayata geçmesinde önemli rol oynayabilir. Kendi çevrenize karşı beklentilerinizi yüksek tuttuğunuz sürece, hem siz hem çevrenizdeki insanlar şüphesiz daha başarılı ve mutlu olacaklardır.
İdealler ve Başaramama Korkusu
İnsanlar ideallerini gerçekleştirebilmek için doğru anı ve doğru zamanı kovalarken, geleceklerinin sorunsuz olacağını öngörme eğilimindedir. Her an bir sorun çıkabilir yada tat kaçıran o gerçekle yüzleşebilirsiniz: Ölüm. Sizin istediğiniz anın doğru an olduğunu, kaybettiğiniz zamanın asla geri gelmeyeceğini ve bir gün, tıpkı dalgalar gibi, denize geri döneceğimiz gerçeğini unutmayın. O günü asla bilemeyeceğimizden dolayı, her an doğru andır.
Araba kullanırken telefonla oynadığınızdan dolayı refüje çarparsanız, önemli bir sınavınızdan düşük not alırsanız, beslenme alışkanlıklarınız yüzünden sağlığınızı kaybederseniz ve ömrünüz boyunca ilaç kullanmaya mahkum kalırsanız eğer, bu yazdıklarıma sebep olacak şeyleri asla yapmazsınız, yapamazsınız. Bunun sebebi, insanların hatalarından her zaman başarılarına nazaran daha çok şey öğrenmesidir. ‘Evet bee, bu sefer de araba kullanırken birinin ölümüne sebep olmadım!’ gibi bir cümleyi kimseden duyamayacağınız gibi, aslında kimsenin hayattan kopmasına sebep olmayışınız bir başarıdır ama bundan ders çıkarmanız gerektiğinin farkında olmazsınız. Bu yüzden, başarısızlıklar üzerine inşa edeceğiniz hayallerinizi gerçekleşememe korkusuyla baş başa bırakmayın.
Kıyas Hali
Rekabet, insanların birbirilerini motive edip yaptıkları işte daha başarılı olmalarını sağlar. Fakat sürekli bir kıyas hali insanı koca bir dünyada yalnızca kendisiyle kıyasladığı kişiyi görebilecek kadar kör edebilir. Bu, en tehlikelisidir. ‘Bu hafta 5 gün sabahtan akşama kadar dersim var.’ derseniz, muhtemel olarak alacağınız cevap ‘O bir şey mi, benim cumartesi de dersim var!’ olacaktır. Bu insanlar sürekli çevresiyle kendisini kıyaslar. Gerçek drama kraliçeleridirler ve dünyanın en zor, en sefil hayatını yaşarlar. Bu insanların tehlikesi ise, eğer erdemli, mutlu ve başarılı bir insan olma yolunda kendinizi geliştirebilecek bir adım atarsanız, karşılık olarak ‘Hoop hemşerim, nereye?’ dermişçesine bir cevap verirler. Çünkü sizi kendilerine çekmek isterler. İnsanlar, genellikle kendilerinden daha üstün gördükleri birini kendi seviyelerine çekmek için ellerinden geleni yaparlar. Çevrenizde böyle insanlar varsa, hayatınızdan onları çıkarmak en doğrusu olacaktır. Aksi takdirde, onların bataklığı siz çırpındıkça sizi içine çeker.
Yaratıcılık, irade, hayal kurma gibi pek çok özelliğimiz bizi hayvanlardan ayırır. İrademiz sayesinde kontrol edemeyeceğimiz şeylere kafa yormamamız gerektiğini anlayabiliriz. Bu farkındalığa ulaşabilmek, içimizdeki erdemleri keşfedebilmek ya da ünlü filozof ve bilim adamı Fârâbî’ye göre, yaradılışımızda aklımızda olanları deneylerle ortaya çıkarabilmek, biz insanlara özgü bir davranıştır. O hâlde, insanlara özgü davranışlarda bulunmuyorsak ve ayırıcı özelliklerimizi kullanmıyorsak, bizi insan yapan ne kalır ?