Var oluş üzerine günümüze kadar milyarlarca soru sorulmuştur. Bu soruların bir kısmı cevaplanmış, bir kısmı cevaplanmayı bekliyor, bir kısmının ise cevabının olup olmadığı bile bilinmiyor. Varlık nasıl oluşmuştur, insanın var olma sebebi nedir, atom parçalanabilir mi, evrende başka yaşamlar da var mıdır? Bir diğeri ise, yazının ana fikri, varlığın nasıl oluştuğunu değil, nasıl varlıklar olduğumuzu cevaplandırmaya çalışan sorudur. Şüphesiz varlık gerçektir ve bir nedenden ötürü var olmuştur. İnsan da bu varlık âleminin bir parçasıdır. Fakat insanın nasıl var olduğu sorusunun yanında nasıl bir varlık olduğu da cevaplanması gereken bir sorudur. İnsan özgür bir varlık mıdır? İnsan varlığı ile birlikte özgürlük de kendiliğinden var olabilir mi yoksa bu özgürlüğü insanın kendisi mi yaratması gerekir? Ya da başka bir ihtimal daha mı var, özgürlük denen kavram sadece bir yanılgıdan mı ibaret?
Tarih boyunca insanlığın özgürlük ile mücadelesi var olmuştur ve var olmaya da devam etmektedir. Özgürlük üzerine sözler söylenmiş, kitaplar yazılmış en önemlisi ise özgürlük uğruna savaşlar yapılmıştır. Köle insan, diktatör insan, özgür insan gibi çeşitli sıfatların doğması özgürlük konusunun bir sonucudur. Bir toplumun özgürlüğü ise kazanılan bir savaşın sonucudur. Fakat hiç düşündük mü, kendi başına birey olabilen insan neden kendi başına özgür olamıyor? Devletinin savaşı kaybetmesinden dolayı mı, kesinlikle hayır. Kendi içinde verdiği savaşı kaybettiği, hatta o savaşa katılmaya bile cesaret edemediği için özgür olamıyor. Bir insanın özgürlüğü, bir savaştan ya da bir devlet yasasından çok daha bambaşka bir konudur. Umutlar, hayaller, zevkler ve renkler şüphesiz bu konuya aittir. İnsan insan kalmayı başarabiliyorsa eğer, özgür kalmayı da başarabilmelidir. Hayata bir köle olarak doğsa bile, özgür bir insan olduğunun bilincinde olabilmelidir. Özgürlük zamana, mekâna, paraya ve makama ait değildir. Özgürlük prangalardan, zindanlardan ya da bir yasa kitabından da ibaret değildir. Peki, nedir bu özgürlük? Yaşayabilmek ve düşünebilmektir.
Bir derdi olmalıdır insanın, uğruna ömrünü adayabilecek bir arayış içerisinde bulunmalıdır. Bu derdine bağlı kalabilmeli bir diğer ifadeyle bu derdin kölesi olabilmelidir. Nice insanlar vardır, ne bir derdi var ne bir hayali ne de bir mutluluk kapısı. Şüphesizdir ki, derdi olan insan mutlu olabilir, bir yaşam arayışı olan insan hayal kurabilir. Bu yönden bakacak olursak eğer, bu insan yaşayabilen yani özgür bir insandır. Peki ya özgür olmayan insan yaşayamaz mı? Kendisini yaşayamaz, sadece hayatı yaşar. Düşünecek bir fikri yoktur özgür olmayan insanın, bağlanacak bir derdi, bir hayali yoktur. Tek düşüncesi yemek, içmek ve uyumak olan bir insandır özgür olmayan insan. Bu insanı böyle yaşamaya zorlayan kendisidir bir nevi. Çünkü yaşamak isteyen insan kendisini yaşamalıdır. Kendi düşüncelerini duyabilmeli, istekleriyle harekete geçebilmeli, hayaller kurabilmelidir. O gün uyandığında saatlerce kitap okumaya, spor yapmaya ya da müzik dinlemeye karşı isteği olmalıdır insanın. Hava kapalı dahi olsa, istiyorsa yürüyüşe çıkabilmelidir; sesi güzel olmasa dahi istiyorsa şarkı söyleyebilmelidir. Yatağa bağlı yaşasa, bir zindanda prangalara sarılı olsa dahi; bedenindeki prangayı değil, aklındakini sökebilmelidir. Unutulmamalıdır ki, gerçek tutsak bedenler değil, zihinlerdir. İnsan ne olursa olsun hayallerine bağlı yaşayabilmeli, isteklerine izin verebilmelidir. Herhangi bir şeye bağlı kalmayan insan özgür insan diye nitelendiriliyor olsa da; hayallerine, düşüncelerine bağlı olan insan özgür insandır aslında. Yaşama karşı umudu ve kendisine karşı güveni vardır çünkü. Çünkü onu yaşamaya zorlayan hayalleri vardır ve bu hayallere bağlı kaldığı müddetçe özgürlüğünü yaşamaya devam edecektir. Bu insanın yaşamı, bir umut kapısıyken bunun aksine umudu olmayan insan yaşamaya mahkûmdur. Sıkışıp kalmıştır hayatta çünkü kendisini yaşamak yerine, hayatı yaşamayı seçmiştir. Hayatı yaşamak ise, mahkûm olmak demektir.
Özgür kalmak adına, insanın hayallerine tutunması ve derdi uğruna bir ömrünü feda etmesi insanı büyük bir erdem sahibi yapar. Özgür insan demek erdem sahibi insan demektir ve erdem sahibi insan özgürlüğünü devam ettirmek adına her şeyi göze alabilir. Kendi hayatını kendi kararlarıyla yaşar, arzularını bilir, kendi çevresini ve hayallerini belirler. Bu durumdaki insan, hayallerini gerçekleştirebilecek azmi de kendisinde rahatlıkla bulur. Kimi insan sporcu olmaya karar verirken, kimisi yazar olur. Kimisi doktor olmak ister, kimisi ticaretle uğraşır. Kendisini şarkı söyleyerek ifade eden insanlar da vardır; şiirler, romanlar yazarak ifade eden insanlar da. Kimi insan yalnız kalmayı tercih ederken kendi sesini bulabilmek için, kimisi kendisini yüzlerce insanın içerisinde ifade etmek ister. Bütün mesele kendi sesimizi duyabilmektedir aslında. O sesi ne zaman, nerede veya nasıl duyabildiğimizin bir önemi yoktur. İster yalnız olalım, ister kalabalıklar içerisinde, isterse de nerede olduğumuzu bile bilmeyelim ama o sesi duyalım. Ancak bu şekilde duvarlarımızı yıkabiliriz. Zindan duvarlarımızı… Duvarlarımızı yıkmak da bize bağlı, prangalarımızı atmak da ve ömür boyu onlarla yaşamak da.
Arthur Schopenhauer’u birçok insan duymuştur. Fakat Schopenhauer’un lakabını çok az kişi bilmektedir. Yaşadığı dönemde “Yalnız” lakabı ile isimlendirilen Schopenhauer: “İnsan yalnız olduğu ölçüde kendisi olabilir; yalnızlığı sevmiyorsa, özgürlüğü de sevmeyecektir; çünkü insan sadece yalnızken gerçek manada özgürdür.” demiştir. Schopenhauer’un bu yalnızlığı iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama kendi sesini duyabilmek için yalnız kaldığı aşama, ikincisi ise kendi sesini duyduktan sonra özgür olabilmesinin yolunun yine yalnız kalmakta saklı olduğunu anladığı ve yalnızlığını ömrü boyunca sürdürdüğü aşamadır. Schopenhauer kendi sesini yalnız kalarak duyabilmiş ve kendi özgürlüğünün yalnız kalmak olduğunu anlamıştır. Bir diğerimiz ise kendisini kalabalık içerisinde duyabilir ve yalnız kalmaması gerektiğini anlayabilir. Yahut bunun tam tersi de mümkündür. Önemli olan, hayatın bizi nereye götürdüğü değil bizim hayatı nereye götürebileceğimizdir. Önemli olan yalnızlığa muhtaç olanların kalabalıklarda kalmaması, kalabalık ortam insanlarının ise yalnızlığa mahkûm olmamasıdır. Konserde söylenen şarkı kuru bir gürültü de olabilir insan için, kalbinin sesi de. Ormanın içindeki sessizlikte korku da hissedebilir insan, sevinç de. Hayatta mahkum da olabilir insan, özgür de. Ve insan özgür doğmaz, insan özgürlüğü seçer. Ve özgürlüğü seçen insan; hayatı değil kendisini yaşar. Kendi şarkılarımızla, kendi ormanımızda, kendimizi yaşayabilmek umuduyla…